Afetleri anlamak
Yazar: Cengiz Türksoy
TekirdaÄŸ ve Ä°stanbul’daki, ÅŸiddetli yağışa dayalı su baskınına iliÅŸkin haberler üç öbekte toplanıyor. Bir yanda haberciler alandaki saptamalarını aktarıyorlar, bir yanda etkili ve yetkililer kendilerini “pir ü pak” gösteren açıklamalarıyla ekranlarda boy gösteriyorlar; bir yanda da uzmanlar, “biz demiÅŸtik edalarıyla” yaÅŸananları deÄŸerlendiriyorlar. Hemen her yerde ve her zaman olduÄŸu gibi insanlar olan bitene “yalnızca” bulundukları yerden yaklaşıyorlar.
Günlerden 9 Eylül 2009; yani, KurtuluÅŸ Savaşımızın zaferle sonuçlandığı, “cehennem azabı” gibi geçen üç yılın sonunda bağımsızlığın kazanıldığı günün 87. yıldönümü. Bu yıldönümünde ülkemizde bir baÅŸka azap, bir baÅŸka sıkıntı yaÅŸanıyor. En büyük kentimiz sel sularıyla boÄŸuÅŸuyor, onlarca insan bu sulara kapılıp ölüyor.
9 Eylül 1922’den bugüne acaba seksen yedi su baskını olmuÅŸ mudur ülkemizde? O baskınlarda da onlarca insanımız ölmüş müdür? Acaba o su baskınlarında da kendilerini iÅŸyerine kadar getiren araçtan çıkamadıkları için boÄŸularak ölen, yaÅŸarken önemsenmeyen ama ölünce haber olan işçi kadınlar istatistiklere geçmiÅŸ midir? GeçmiÅŸte kalan su baskınlarında da işçilerin “yük” gibi görüldüğü ve yük aracıyla taşındığı için öldükleri kayıtlara geçmiÅŸ midir? Ve yine o araçların insan taşımacılığında kullanılamayacağını bile bile bunu yapanlar, buna göz yumanlar, göz yumulmasını isteyenler ÅŸimdi nerededirler, ne yaparlar? O taşıtlarla nakledilmeyi reddedemeyecek kadar çaresiz bırakılmış insanlar, kendileri gibi olanların ölümlerini acaba nasıl deÄŸerlendirirler?
Geçen seksen yedi yılda, TIR parkına çektikleri araçlarında daldıkları derin uykudan çamurlu sel sularının serinliğiyle bile uyanamadıkları için boğulan şoför emekçiler de olmuş mudur acaba? Seksen yedi yılda, o şoför emekçilere mezar olan, dere yatağındaki TIR parkından kaç tane daha yapılmıştır acaba ülkemizde?
Seksen yedi yıldır bunlar hep oluyor ve bir türlü önüne geçilmiyorsa acaba konu nasıl ele alınmalı? Acaba afet yaÅŸanan yerleri harita üzerinde iÅŸaretlesek, gördüklerimizle sorunu daha anlaşılabilir yapabilir miyiz? Diyelim, Ä°stanbul’daki su baskınından etkilenen alanları böyle bir harita üzerine iÅŸledik, acaba neler görebiliriz? Bunlar sorunu tanımlamak için ipucu olabilir mi? Ä°ÅŸte biz bunu yaptık ve gördük ki; saÄŸanak yağışla gelen su fizik kuralları gereÄŸi daha alçaktaki vadilere yönelerek, olaÄŸan zamanlarda kuru dere karakterinde olan Ayamama Deresi’ne ulaÅŸmış. Dere yatağındaki her engel suların daha da yükselmesine yol açmış, derenin üstünün kapatıldığı bölümde beton parçalanmış, çevrede insan eliyle yapılmış ne varsa, biriken suyun basıncı karşısında sürüklenmeye baÅŸlamış. Otoyola ulaÅŸan sel buradaki menfezin yetersiz kalması ya da selin getirdiÄŸi malzeme ile tıkanması nedeniyle yaklaşık 5 metre daha yükselmiÅŸ ve çevredeki düzlüklere yayılmış. Bu düzlüklerdeki Basın Ekspres Caddesi nehir; TIR garajı ÅŸoförlere mezar olmuÅŸ. Yolu büyük bir nehir haline getiren sel suları doÄŸa yasasına uygun olarak Marmara Denizi’ne doÄŸru akıp gitmiÅŸ ve önüne çıkanı da alıp götürmüş.
Harita üzerinde, ilk bakışta bunlar görünüyor ve görünenler, yanıtlanmayı bekleyen bir dizi soru üretiyor.
Bütün uyarılara karşın bu bölgeleri kimler, niçin ve nasıl kentsel geliÅŸmeye açmıştır? Kentin tarımsal nitelikteki topraklarda yayılmasına izin veren, dere havzalarına imar planı hazırlatan, dere yataklarının iÅŸgaline göz yumanlar kimlerdir? Dereleri ıslah etme bahanesiyle üzerini örten, yatağını daraltan “uzmanlar” böyle günlerde acaba neler düşünürler? Ä°stanbul’daki Vatan Caddesi güzergâhını elindeki “asa” ile iÅŸaret ederek belirleyen Adnan Menderes’ten bu yana, gelmiÅŸ geçmiÅŸ baÅŸbakanlar; bakanlar, belediye baÅŸkanları verdikleri mekânsal kararların saçmalıkları ortaya çıktığında, kendi kendilerini acaba nasıl aklamaktadırlar?
Kentlerin plan kararlarının onanmasında birinci derece sorumluluk taşıyan belediye meclisi üyeleri, böyle günlerde nerelere gizlenirler, yeniden ortaya çıkmak için ne kadar beklerler acaba? Ya o planları tasarlayan, hazırlayan, onaya sunan “uzmanlar”! Onlar, taşıdıkları meslek unvanından, yıllar önce aldıkları diplomalardan utanırlar mı acaba?
Bütün bunların ötesinde, kentte yaÅŸamanın kuralları ve bedeli olduÄŸunu kabul edemeyen, boÅŸ bulduÄŸu her yere “kondusunu” konduran ve bir gün “köşe” olma umudunu asla yitirmeyenler böyle günlerde neler düşünürler acaba?
İnsanlar hiç değilse böyle günlerde bir iç hesaplaşma yapıyorlar mı acaba? Ben öyle yapmasaydım o işçi kadınlar, o TIR sürücüleri bugün yaşıyor olacaklardı diye düşünenler var mıdır acaba?
Bu soruların gerçek yanıtlarını öğrenmek çok ilginç olurdu ama biliyoruz ki, ne bu soruları yöneltecek muhatap bulabiliriz, ne de o soruların gerçek yanıtlarını alabiliriz. Muhatap olması beklenenler birer “sütten çıkma ak kaşık” oldukları için hiçbir sorumlulukları yoktur! Birazcık sorumlulukları varsa onu da ustalıkla baÅŸkalarına ya da baÅŸka ÅŸeylere yansıtabilirler. Sorumlu doÄŸadır; tarihin en büyük yağışı olmuÅŸtur örneÄŸin. Sorumlu insanlardır; spreyler, deodorantlar, çeÅŸitli kimyasallar kullandıkları için doÄŸanın dengesi bozulmuÅŸtur. Sorumlu gecekonduculardır; dere yataklarını iÅŸgal etmiÅŸlerdir. DoÄŸanın intikamı acıdır; kendisinden alınanı acımasızca geri alır vs. vs. Kısacası, sorumlu olması gerekenlerden baÅŸka herkes, her ÅŸey afetten sorumludur.
Olaya böyle yaklaşıldıkça, seksen yedi yıldır olduÄŸu gibi özde deÄŸiÅŸen hiçbir ÅŸey olamaz. On beÅŸ yıl önce Ayamama Deresi’nin taÅŸkınıyla yaÅŸanan sel aradan bunca zaman geçtikten sonra yine yaÅŸanır; birkaç yıl sonra yine yaÅŸanır, hep yaÅŸanır.
On yıl önce yaÅŸanan deprem felaketi, göz göre göre gelirken hiçbir önlem almayan kamu otoritesi bugün yine iÅŸ başındadır ve o tür depremler yine yaÅŸanacaktır, hep yaÅŸanacaktır; çünkü o otoriteyi orada tutan, koruyan, çalışma biçimini belirleyen ve “başımızdan eksik etmeyen” bu toplumun çoÄŸunluÄŸudur. Aslında arada sırada böyle “doÄŸal münasebetsizlikler” olmasa kimsenin pek de ÅŸikâyeti yoktur otoritemizden.
Bütün bunlardan bir tek sonuç çıkmaktadır. Her afet topluma tutulan aynadır. Toplum o aynada kendisini görmekten korktuÄŸu; insanlar her olaya yalnızca bulundukları yerden yaklaÅŸtıkları ve “afeti anlamak” yerine kendilerine gösterileni anlamakla yetindikleri için sürekli afet koÅŸullarında yaÅŸamaktadırlar. On yıllardır yaÅŸanan bu afet bitmedikçe ne su baskınlarından, ne depremlerdeki yıkımlardan kurtuluÅŸ vardır.