Galibiyet fetişizmi
Yazar: Ercan Sever
Kendi dünyasında ve çevresinde muzaffer Kartacalı komutan Hannibal veya Makedonya Kralı Büyük İskender gibi hep galip ve mağrur olarak yaşamayı kim istemez. Hep kazananı oynamak veya kazanana oynamak tutkusu; tarihsel süreç içinde evrim geçirerek günümüzdeki kural tanımaz ve acımasız evrenine ulaştı. Tarih boyunca yenilenler hep sindirildiği için belki de, kazanma refleksi güdü haline geldi ve insani, toplumsal ilişkileri kökten sarsılmaya başladı.
Kazanmak hedef olmaktan çıkıp, adeta din haline dönüştükçe kazanma uğruna yaşanan kayıplar arttı. Kazanma adına ilk kayıplar insanlık vasıflarında yaşandı, ardından toplum ve topluluk olma erdemleri zaafa uğradı. Sınırsız kazanım hırsı, sınırsız sayıda yenik kitleler doğurdu.
Kazanmak, ama ne pahasına olursa...
Bazen kafa karışıklığı ile liberal özgürlük olarak yansıtılan Amerikan piyasa kapitalizmi ilkel çağlardan beri yükselen kazanma hırsını daha da acımasızlaştırdı. Tarih kadar eski kazanma güdüsü ABD merkezli küresel sistemde serpildi, palazlandı. Kaybetme hep istenmeyen bir haldi ama bu süreçte utanç ve sistemden dışlanma nedeni oldu.
Kazanma dininin misyonerleri; kişisel gelişimciler
Devletlerin, kurumların kazanma şehvetini bir kenara bırakırsak, kendi halinde yaşayan küçük insanların kazanma dinine biat etmeleri, önce bireysel derinliğin, erdemlerin yok olmasını ardından toplumların vicdanının körelmesini beraberinde getirdi.
Günlük yaşamlarımız sayısız kazanma odaklı girişimle dolu. Sabah sokağa çıkarken adeta zafer çığlıkları atan şövalyeler gibiyiz. Yürürken sağımızdan solumuzdan geçenler mutlak yenilmesi gereken düşman askerleri... Gün içinde zapt edeceğimiz o kadar çok mevzii var ki. Tetiklenme bekleyen egolarımız, tüketim toplumunun kırbacı ile her an şahlanmaya hazır.
İnsanlık adına ortaya çıkan tablo hiç de estetik değil. Sorumlusu bizleriz ama belki de en sorumlu olanlar kişisel gelişim uzmanları, NLP'ciler, yaşam koçları ve benzeri. Son yıllarda her yerdeler, medya, sağımız solumuz hep bunlarla dolu. Beş adımda zenginleşmeyi, on maddede kariyer zirvesi vaat eden kişisel gelişimciler kendilerine cömertçe sunulan iletişim mecralarından her an savaş naraları attırıyorlar; “Kazan, affetme, öne geç, zirveye oyna, kır dök, lider ol...” Ahlak, insanlık, mahcubiyet ve mütevazılık müfredatlarında yok.
Bir boyutu ile parlatma sanatı, kişisel gelişimcilik kendi karton kahramanlarını da yarattı. Her sözleri manşet, kitap adı olan ve 'guru' denilen öğreticiler! Adeta lejyoner yetiştirir gibi insan yetiştirdiler. Kazanmaya şartlanmış öğrencileri, gurularının dediklerini yaparak zafer adına her yolu mübah gördüler.
Ama öyle mağlubiyetler ve mağluplar var ki; o yenilginin parçası olmayı özlemiyor muyuz? Kim ister Cumhuriyetçi güçlere ağır yenilgi yaşatan Franco'nun yanında olmayı ve onunla zafer çığlıkları atmayı. Demokrasi ve özgürlük adına mücadele eden mağlup Cumhuriyetçilerin safında olmayı tercih etmez miyiz. Biz yine bir dönem Türk Milli Takımı'nın aldığı yenilgileri yorumlayan TRT'nin eski spikerleri gibi şerefimizle yenilmenin onursuz şekilde galip gelmekten faziletli olduğunu unutmayalım. Abartılmış galibiyet hırsının, palazlandığı ABD'de bugün sistemi yıkma tehlikesi doğurduğunu da hatırlayarak...