Koyun gibi gütmek...
Yazar: Zeynel Kozanoğlu
İnsanımız artık geçmiş günlerde olduğu gibi uyur gezer değil... İnsanımız uyanıyor, uyandı. TV'de izledim. Gencecik bir bayan haykırıyordu: “Dar gelirliyiz diye biz hiçbir şey bilmiyor muyuz yani? Bizi koyun gibi güdülür, inek gibi sağılır sanıyorlar...”
Bu genç bayanı böyle isyana sürükleyen neden de ilgi çekici. TOKİ Adana’da dar gelirli yurttaşlarımız için konutlar yapmış. Sağolsunlar. Konutları yeni sahiplerine teslim etmişler. Tamam, sonra TOKİ çekip gitmiş mi? Hayır... Konutları yönetmek üzere yöneticiler atamış.
İşte dar gelirli yurttaşı çıldırtan da bu son adım... Kardeşim, sen konutu bana sattın mı? Ben konutuma taşındım mı? Eee, daha ne? Ne karışıyorsun benim nasıl yönetileceğime ve kimleri benim tepeme ne hakla oturtmaya kalkışıyorsun?
İnsanlar diyor ki:
“Biz kendi apartmanlarımızı kendimiz temizleriz. Kendi sitelerimizi kendimiz yönetiriz. Bu insanlar kapılara dayanıp para istiyorlar. Biz bunlar tarafından yönetilmeyi istemiyoruz. Bunları biz seçmedik. Seçmediğimiz insanların başımızda işi ne?”
Şimdi bu küçücük bir kıvılcım... Ama kıvılcım işte... Gidiş nereye doğru gidiyor? İnsanlar öyle zamanlı zamansız karşılarına çıkıp “Het hüt”le bir şeyleri kabule zorlanmaktan artık hoşlanmıyorlar. İnsanlar “Biz de varız, dar gelirliyiz ama biz de etkin ve yetkiniz” diyorlar.
Buradan sözü nereye getirmek istiyorum? Hani “Susma, sustukça sıra sana gelecek...” diye bir çağırı vardı ya... İşte bu söylemin hükmü giderek kök salıyor. İnsanımızın belleğinde yer buluyor. Ve yarınlar artık dün gibi olmayacak... Bunun ışığı göründü.
Artık bundan sonra halkımıza her şey kolay yutturulamayacak. Durum bunu gösteriyor. Söz gelimi, şu günlerde gündeme gelen bir olayı irdeleyelim. Bir ağır ceza mahkemesi tepemizde oturan biri hakkında bir karar verdi: “Yargılanmalıdır” dedi.
Hemen tartışma başlatıldı. Ve çoğunluğun görüşü bu kararın yanlış olduğu yönünde. İyi de, siz hem bir tartışmanın içindeki arkadaşınızı seçilemezlik zırhının arkasına saklayacaksınız. Sonra da yargılanamazlığına hükmedeceksiniz. Bir akıllı adam çıkar da, şöyle demeye kalkışırsa ne yanıt vereceksiniz?
“Efendim, ortada bir dava varken ve bu dava dolayısıyla insanlar devleti dolandırmak suçundan cezalara çarptırılırken aynı durumda bulunan bu kişiyi, niye tepenize oturttunuz? Madem ki, sen bu yere talipsin, git aklan da gel kardeşim” diye niye demediniz?
Her neyse, hassas konudur, fazla kurcalamayalım. Biz kendi çerçevemize dönelim. Ve ben şu soruyu bu sitenin okurlarına ve yazarlarına yöneltmek istiyorum: “Biz ulus olarak kendi değerlerimize yeterince sahip çıkıyor muyuz?”
Bugün Meclisimizde oturanlar gerçekten seçkin ve işin ehli kimseler midir? Kentlerin başında belediye başkanı adı altında oturanlar gerçekten o kenti en iyi yönetecek kimseler midir? Gazetelerin başında en iyi gazeteciler mi oturmaktadır? Gazeteciler cemiyetlerinin başındakiler konusunda geçmişten örnek vereyim ki, kimse üzerine alınmasın.
Ben mesleğe başlama şansını Ankara’da yakalamış bir gazeteciyim. Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nin başında çok uzun yıllar oturmuş bir ağabey tanıyorum. Kendisini yitirdiğimiz için adını vermeyeceğim. Bu ağabeyin gazeteci olarak tek hüneri 27 Mayıs ihtilalinin çıka geldiği sırada Ulus Gazetesi'nin sorumlu yazı işleri müdürü olması nedeniyle cezaevinde bulunuşuydu. Bu rüzgar onun yıllarca Ankara Cemiyeti’nin başında oturmasına yetti.
Hatta, oradan Cumhuriyet Senatosu üyeliğine kadar uzandı.
İki satır yazısı, iki sayfalık bir eseri olmamıştır.
Tanrım, rahmetini kendisinden esirgemesin. Kendisini severdim.