Yine yeniden ne yapmalı?
Yazar: Mustafa Kirman
29 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarını nasıl okumak gerekiyor. Sahillerde "steril" yerlerde yaşayarak Anadolu'yu basan taassuba ne diyeceğiz? Anadolu'da AKP'nin ipi göğüslediği yerde ikinci parti MHP... MHP'nin ipi göğüslediği yerde ise ikinci sırada AKP var... Ege, kısmen Akdeniz ve Trakya ile Doğu Karadeniz'de sahildeki iki kentin bu taassuba karşı çıkması yetecek mi?
Sonuçların ortaya çıkmasıyla birlikte internette geyikler dolaşmaya başladı: "Fosforun zeka gelişimine katkısını sahil şeridine bakarak görebiliyoruz...Türkiye balık yesin!!! ", "Balık yemeyen alık olur...", "Balık çıkan yerden softa çıkmaz..!" Gülüp geçebiliriz tüm bu ifadelere, belki de bunu söyleyenler doğru sonuçları da mizahi bir biçimde ifade ediyor olabilir. Ama ortada fiili bir durum var...
Geçen yılın ekim ayında "Korkuları Yenmek" başlıklı bir yazı ile seslenmiştim okurlarımıza. Kısaca anımsatmak isterim. 8 ili kapsayan mahalle baskısı araştırması için Anadolu'da belirlediğimiz kentlere gittim. Kriterlerimiz vardı: Üniversite öğrencisi olacak, sanayileşmiş olacak, göç alacak, farklı toplumsal kesimlere sahip olacak, yakın tarihte politik özellikler gösterecek... Bu iller Karyesi, Malatya, Denizli, Trabzon, Adapazarı, Erzurum, Ankara ve İstanbul'du... Ankara'dan Sincan, Keçiören ve Mamak; İstanbul'dan ise Bağcılar, Sultanbeyli ve Gaziosmanpaşa'yı seçmiştik.
Bu kentlerin tamamında AKP ezici bir çoğunlukla seçimi aldı. Erken oyların ardından hele İstanbul ve Ankara'da yukarıdaki ilçelerden gelen sonuçlar ile birlikte adım adım fark nasıl açıldı, bunu hep birlikte yaşadık, tanık olduk. Mahalle baskısı galip geldi. Yoksulluk ve yoksunlukla dayatılan mahalle baskısı AKP ve MHP'ye yaramıştı. Bazı yerlerde iki parti arasında kıl payı yarışlar yaşandı. "Korkuları Yenmek" başlıklı yazıdan bir alıntı ile devam etmek istiyorum:
... Anadolu'da pek çok kentte mahalle baskısından ziyade artık gündelik yaşamın bir parçası haline gelen baskılar; bazı yerler özellikle yerel yönetimler ve iktidar yanlısı mülki idareler tarafından "devlet baskısı"na dönüşmüş. Öyle ki; itiraz eden, karşı koyan, aynılaştırılmayı kabul etmeyen kim ve hangi kesim varsa; sindirilmeye çalışılmış. Kimi zaman belediye tedbirleri ile kimi zaman cezalarla kimi zaman ekonomik ambargolarla... Tespih tanesi halindeki insanlar; örgütsüz; bireysel tepkileri sınırlı biçimde karşı koymaya çalışırken; ne kadar yalnız olunduğunun da önemli bir göstergesi...
... Bir çok yerde görüşme yaptığımız "muhalif" insanlar, gitmekten söz ediyordu. "Nereye?" sorusunun tam bir karşılığı yok. "Nereye" diye düşünmeden; "Gitmeli"nin üzerinde duruluyordu. Giderek daha da içe kapanmak zorunda kalan insanlar, soluk alabildikleri bir iki sendika binası, bir iki lokal ya da ev ziyaretlerinin yetmediğinin de farkında olduklarının altını çiziyorlardı. Özel sektöründen kamusuna dalga dalga yayılan kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan anlayış, kendi sayısal gücünü her geçen gün "öteki"nin üzerinde arttırıyor. Ve biliyor musunuz; tüm bunların üzerine o insanları daha da mutsuz kılan ise sırça köşklerde, medya plazalarda, seçkin lokantalarda, cafe-barlarda, holding binasını andıran parti genel merkezlerinde, hasbelkader parlamentoya girip cılız seslerin ötesinde varlık gösteremeyenlerin üretemedikleri, üretmek istemedikleri siyaset eklenince; bu insanları anlamak daha da kolay oluyor. Ne denli geniş biçimde kuşatıldığınızı daha iyi anlıyorsunuz. İktidarın istediği biçimde giderek yalnızlaşıyorsunuz... Zaten tespih tanesi biçimindeki bu insanlar giderek dağılıyor, içine kapanıyor. bir araya gelişlerdeki "iç dökmeler"in dışında ellerinden bir şey de gelmiyor.
Yazının başlığını "korkuları yenmek" diye koydum. Zabıtanın getirdiği posteri asmadığı için birkaç gün sonra dükkanına gelen belediyecilerce tabelası yeniden ölçülen ve para cezası ödemek zorunda olan kitapçının; korkuları yenmesi için kimin ne yapması gerektiği karşımızda devasa bir soru... Tarikat evlerine gitmek yerine motorsiklete binmeyi tercih eden gencin polisten yediği cezalardan nasıl kurtulabileceği; sadece onun ve yaşadığı yerin sorunu olmadığı açık... İçki sattığı için dükkanında dövülen Keçiörenli, Çankayalı esnaf da bireysel bir sorun yaşamıyor. Cambaza bak oyunlarıyla sindire sindire bizzat sistemin ürettiği anlayış; belki şimdilik "kurtarılmış bölgeler"de sorun olmuyor ama; bir dalga var ki; bir elinde tamamen politize edilmiş dinsel anlayış öte elinde yoksullaştırıp "sadaka ekonomisi"ne muhtaçlığı sağlayan ekonomik gücüyle adım adım ilerliyor. Kendinden olmaya hayat hakkı tanımamak için var gücüyle çalışan bu kesimler karşısında; korkuların yenilmesi adına ister parlamento içindeki ister parlamento dışındaki sola büyük görevler düşüyor.
Birgün gazetesinde 02-15 Mart tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz saha çalışmasını bir dizi halinde sunduk. Korkuları Yenmek başlıklı yazıdaki noktalara dikkat çekmeye çalıştık. Şimdi bir kez daha Anadolu için harekete geçme zamanı. Bu insanları yalnız bıraktığımız ölçüde taassubun karanlığı daha da artacak. Her geçen daha fazla yoksul ve yoksun hale getirilecekler. "Steril", "Kurtarılmış Bölgeler"de yaşadığı "özgürlüğü" poposunu koyduğu bar taburesinin hacmi kadar görenlerden zaten umut yok...
29 Mart seçimi bir kez daha gösterdi ki; sorumluluk yine solun üzerinde. Aldığı bir iki yeni ille kendini başarılı ilan etmek isteyen zihniyetin dışında; çok daha geniş çerçeveli, solu ilkesel ölçüde toparlayıcı, dinamik, ideolojik duruşunu hiçbir zaman kaybetmeyen, özgürlüğün sınırlarını bar taburesi ile ölçmeyen herkese ama herkese görev düşüyor.
İzin verirseniz, yine bir başka yazıyı noktalarken kullandığım Ece Ayhan'ın dizesiyle yazıyı bitirmek istiyorum:
"Hepimiz uzaktaki büyük suçun yakındaki küçük ortaklarıyız."