Bir mektup...
Yazar: Mustafa Kirman
Sahibini arayan mektuplara dair ne kadar çok öykü vardır. Dünya savaşları sırasında-emperyalist boğazlamalar döneminde- yazılmış; yıllar sonra sahibine ulaştırılan mektupların öyküleri süsler gazetelerin sayfalarını. Şimdilerde mektuplar ne ki? Duygusuz "sms"ler, "e-posta"lar... Bayramda seyranda gelen elektronik mesajlar...
Kabul, bir dinozorum... Teknoloji ile bağlantım sıradan, basit bir bilgisayar kullanıcısını geçmez. Fazlasına gerek var mı? Bunu da tartışmıyorum. Başlığa çıkan "Bir Mektup"u paylaşmak istiyorum sadece bunca sözün ardından. Belki "Marmaris Sakini"ni daha iyi anlaşılır diye...
Bu "Bir Mektup" 29 Ocak 1981 yılında darbecilerin idam ettiği bir gence ait... Kendi karanlıklarını bastırmak için peşpeşe idam sehpası kurduran, uydurma "kemik muayenesi" raporlarıyla bu ülkenin gerçek sahiplerini astıran; kendi eliyle büyüttüğü "Siyasal İslam" karşısında "mevzii" koruma derdine düşünce de yüzünü astığı çocukların geride bıraktıklarına çevirenleri anlamak için 1981 yılından bu yana teslim edilmeyen, korkulan, hem de çok korkulan bir mektubu paylaşmak istedim sizinle:
THKP/C Üçüncü Yol davasından 12 Eylül darbesinden sonra Sakarya Akyazı'da bir soyguna karıştıkları gerekçesiyle idam cezasına çarptırılan gençlerden Mehmet Kanbur'un korkulan, korkutan; bu yüzden de yıllarca ailesine teslim edilmeyen "mektup"una kulak ver ey okur...
"Değerli Karıcığım,
Biz tarihi görevimizi yerine getirirken en azından seni görmek isterdim. Öyle sanıyorum ki hiç haber verilmedi. Veya göstermelik olarak, bilinçli yola çıkamayacağınız şekilde haber gönderildi. Bu insanlardan farklı bir şey de beklenmez. Göremedin diye üzülmeye hiç gerek yoktur. Senden bunu beklerim.
Ben hayatım sürecinde, özellikle birlikte olduğumuz zamanlarda gerçek anlamda bir şeyler anlatmaya çalıştım. Ve bu uğurda gücüm oranında üzerime düşen görevleri şu veya bu ölçüde yerine getirmeye çalıştım. Son olarak da ülkemin özgürlüğü uğruna canımı severek feda ediyorum. Son görevi yerine getirirken size ve halkıma laik olmaya çalışacağım. Son nefesimi verirken dahi köhne düzenin cellâtlarına fırsat vermeden halka son mutluluk sloganını haykıracağım. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. ,
Senin bundan sonraki özel yaşamın hakkında bir şey söylemek istemiyorum. Sana güveniyorum. Tek başına, yapa yalnız kalsan dahi, doğruluktan, dürüstlükten ayrılmayacağına, namusluca yaşamını sürdüreceğine inanıyorum. Ayrıca sana ve halkıma armağan ettiğim Murat'a da yeterli ilgi göstereceğine, halkına yararlı olacak bir biçimde yetiştireceğine eminim.
Akyazı onurumuz. Yolumuz Akyazı'da düşenlerin yoludur. Devrimciler öldü. Yaşasın devrim. Kahrolsun faşizm. Tek yol devrim.
Mektubumu bitirirken gözlerinizden öperim. Tüm dostlara selamlar. Babama, anneme, yengeme, abime, İnsaf Selver bacıya, yeğenlere, dayılara selamlar.
Mehmet Kanbur"
Ölüme giderken yaşanan bu yürek halini anlar mısın ey okur..? Türkiye nerede? Sen neredesin? Sıkıştırılıp bırakıldığın halden mutlu musun? Yetiyor mu sana? Kendine bıraktığın geleceği boş ver, yarına neyin var? "İnsan takliti" yaparak nereye varacaksın?
Yıllar öncesinden gelen bu mektup sana...