Belediye otobüsünden insan manzaraları
Yazar: Dilek Karaçayır
Yağmurlar başladı, her açıdan iyi de oldu. Her açıdan mı dedim, yok abarttım. Yağmurun yağması trafik açısından berbat bir durum çünkü... Gazetem Narlıdere'de. Her sabah ve her akşam işe gidip gelirken otobüs maceralarımı yazsam haftalarca kullanılacak köşe yazımı stoklamış olurum. Her sabah ayrı bir olay, her akşam ayrı bir kare çünkü.
Sabahları genellikle manzara şöyle.
Narlıdere'ye gitmek için durakta bekliyorsun ya... Çay, kahve içmemişsin evden çıkarken, yani afyonun patlamamış. Belli numaralı, belli güzergaha giden otobüslerden 10 tane arka arkaya geçiyor (örneğin 86) ama Narlıdere'den geçen otobüs bir türlü gelmiyor. Şoförün sana bir gıcıklığı olduğunu, caddenin köşesine kadar gelip, oradan pis pis sırıttığını ama durağa bir türlü yanaşmadığını falan düşünmeye başlıyorsun bir süre sonra. Paranoyaların başlıyor yani. Uzaklaştırıyorsun kafandan. Saatle gözgöze geliyorsun, yanında bekleyen insanlar eksiliyor, yeni yüzler ekleniyor ama yarım saat olmuş sen hala oradasın.
Neyse, sabahı geçtim.
Asıl cesaret gerektiren eylem, akÅŸam iÅŸ çıkışı, yaÄŸmurlu havada Narlıdere'den Hatay'a geri dönmek… AkÅŸamları da manzara genellikle şöyle.
Uzuuun bir süre İnönü Caddesi'nden geçen otobüsün gelmesini bekledikten sonra sallana sallana geliyor kırmızı suratlı, yaşlı otobüs, biniyorsun. Otobüs mü, yoksa arife günü Kemeraltı çarşısı mı belli değil... Sanırsın, İzmir'de yaşayan ve "Nasılsa 65 yaş kartım var" diyen tüm amcalar, teyzeler hatta nineler, dedeler otobüste. Kapının ilk basamağından ikinci basamağına bir hamlede kendini atana madalya takıyor Aziz Başkan. Şoför akşama kadar trafikten, yağmurdan, vatandaşa laf anlatmaktan bıkmış, usanmış, bezmiş 'lanet olsun" ses tonuyla; "Arka kapıya ilerleyelim!" diye hönkürüyor. Haklı adam, çünkü bazılarımızda fobi var. 'Otobüsün arkası' fobisi. Bi yalnızlık duygusu, bi itilmişlik hissi, bi hüzün hâsıl oluyor sanırım otobüsün arka tarafına ilerleyince. İllaki körüğün ön tarafında yolculuk yapacağız.
Bilirsiniz, bizim insanımıza bazı şeyleri mutlaka, illaki, ısrarla söylemek lazım. "Arkaya ilerleyin, cep telefonunuzu kapatın, ön kapıdan inmeyin, bir durak önce zile basın ve kapıya yanaşın..." Her gün abartısız bunlar yaşanır mı? Yaşanır.
Mesela; vatandaşın birinin cep telefonu çalıyor...
"Fenerbahçe sen bizim herşeyimizsin!!!" (Bu cep telefonunun melodisi yanlış anlaşılmasın)
Arka taraftan yaşlıca bir ses çıkıyor, "Kardeşim bu ne ya? Allaaa allaaa..."
"Cimbomlusun galiba bey baba, müzik bünyene mi dokundu?"
"Ne alakası var ya?"
"Ee, mevzu ne o zaman? Aloo... Oooo birader, nerlerdesin cankuÅŸ? "
Bey baba hala derdini anlatmaya çalışıyor; "Telefonla konuşmak yasak otobüste kardeşim! ABS bozuluyo..."
"Ben daha çok bozuluyom bak bey baba... Hepiniz de başımıza mühendis kesildiniz ya, uçakta mıyız amca, alt tarafı kıytırık bi otobüsteyiz, büyütme mevzuyu akşam akşam. Gelmiş 80 yaşına, hala uzun yaşıcam diye uğraşıyo ya..."
Bir de şu cümleler otobüs-yolcu-şoför üçgeninin kendi içinde özel bir dil oluşturuyor.
Şoför sesleniyor; "Arkalara doğru ilerleyelim!" Yanıt genellikle bir bayan yolcudan geliyor nedense, hem de soluksuz konuşuyor . "Şoförbeyarkadayermivarilerleyelimallahaşkına.sizdebalıkistifidoldurmayıninsanlarıüstüste."
Yolcu çığlık çığlığa; "Durakta durmadınız şoför bey, durağımı geçtimmm!!!"
Şoför; "Bineceğiniz yere gelmeden zile basın han'fendi!"
Yolcu; "Bastım ama ışık yanmıyooo..."
Teyzenin biri: "Çocuğu alabilir misiniz kucağınıza"
Başka bir yolcu: "Alamam teyzecim, ona da kart bastım. Otur çocum sen otur. Cıkk cıkkk cıkk"
Ciddi ciddi düşünüyorum şimdi, Narlıdere'den Hatay'a yürüyerek kaç saatte gidebilirim acaba?