Oktay Gökdemir
Akademisyen - Tarihçi
Kurtuluş Savaşı ezici zaferimizle sona ermiş, düşman ülke topraklarından kovulmuştu. Bundan sonraki ilk amaç, yeni Türk Devleti'ni dünyanın tüm ülkelerine resmen kabul ve tasdik ettirmekti. Bu amaçla İtilaf Devletleri, Türk barış antlaşmasının şartlarını tesbit etmek için TBMM Hükümetini 13 Kasım 1922'de Lozan'da yapılacak olan konferansa davet ettiler. TBMM Hükümeti bunu kabul etmiş fakat Lozan ile Türkiye arasında haberleşmenin zorluklarını ileri sürerek bu konferansın İzmir'de yapılması konusunda teklifte bulunmuştur. Bu önerinin kabul edilmemesiyle birlikte ortaya antlaşmanın tarafsız bir ülkede yapılması fikri gelmiştir. Bunun üzerine TBMM Hükümeti İtilaf Devletleri'nin teklif ettiği gibi konferansın Lozan (Lausanne) kentinde toplanma önerisini kabul etmişlerdir.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin kaderini belirleyecek olan bu konferansa geniş yetkilerle gidecek kişi oldukça önemliydi. Bu konuda genel bir endişe hakimdi. Çünkü Yeni Türkiye devleti tecrübeli diplomatlara sahip değildi. Osmanlı döneminin tecrübeli diplomatlarından da yararlanılamazdı. O halde Türkiye'yi temsil edecek heyet TBMM'nin kadrosundan seçilmeliydi.
Bakanlar Kurulu başkanı Rauf Bey (Orbay) Lozan'a heyet başkanı olarak gitmek istedi fakat Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalayan Rauf Bey'in bu isteği Mustafa Kemal tarafından kabul görmedi ve Mudanya Ateşkes Görüşmeleri'nde büyük başarı sağlayan İsmet Paşa (İnönü) bu görev için uygun görüldü. Fakat İsmet Paşa Bakanlar Kurulu'nda değildi. Mustafa Kemal Paşa, Yusuf Kemal'in (Tengirşek) istifasını sağlamış ve İsmet Paşa'yı boşalan yere yerleştirmek için uğraşmıştır. 26 Ekim 1922'de de İsmet Paşa Bakanlar Kurulu'na Dışişleri Bakanı olarak girmiştir. Bu aşamadan sonra İsmet Paşa, Trabzon Milletvekili Hasan Bey (Saka) ve Sinop Milletvekili Dr. Rıza Nur Bey'den oluşan delegeler kurulu kendisine yardımcı olmak üzere 25 kişilik bir heyet oluşturmuşlardır (Temsilciler Kurulu).
TBMM Temsilciler Kurulu'na Lozan Konferansı'nda izleyeceği strateji hakkında bilgi vermiştir. Konferansta halledilmesi istenen konuların başında Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomik anlamda bağımsızlığını sağlamaya yönelik olan stratejik hedefler belirlenmiştir.
Konferansa giderken İsmet Paşa'nın elindeki ana talimatta ekonomi alanıyla ilgili şu maddeler bulunuyordu.
Kapitülasyonlar: Kabul edilemez bu yüzden görüşmeleri kesmek gerekse bile gereken yapılır.
Osmanlı Borçları: Osmanlı Devleti'nden ayrılarak bağımsızlık kazanan tüm ülkelere paylaştırılacak, Yunanistan'dan alınacak tazminata mahsup edilecek, olmazsa 20 yıl ertelenecek. Düyun-u Umumiye idaresi kaldırılacak, zorluk çıkarsa (Ankara'dan) sorulacak
Lozan Konferansı, yeni Türkiye'nin uluslar arası alandaki ilk sınavıydı. Burada ülkenin amacı siyasi ve ekonomik bağımsızlığımızı tam anlamıyla sağlamaktı. Lozan'daki en önemli tartışma konularına baktığımızda bunlar arasında ekonominin ağırlığı açıkça görülecektir. Kapitülasyonların kaldırılması, Osmanlı borçları, gümrük düzenlenmesi, savaş zararları bunların en önemlileridir. Bunlardan özellikle gümrük düzenlenmesi son derece sert tartışmalara sahne olmuştur. İlk sınavında Türkiye son derece başarılı olmuştur. Yakup Kepenek, "Lozan Anlaşması'nın ekonomik ve mali hükümlerinin olağanüstü bir biçimde Türkiye'nin yararına düzenlendiği değerlendirilmesi, o günün koşullarında bir abartma sayılmamalıdır" görüşünü savunmaktadır.
Türkiye'nin anlaşmaya giderken ön kabul olarak gördüğü en temel şeylerden biri kapitülasyonların kaldırılması yani ekonomik bağımsızlığın sağlanması düşüncesiydi. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti'nde kapitülasyonlar 16. yüzyıldan itibaren yabancıların Osmanlı ülkesinde ticari faaliyetlerde bulunmaları ve ticaretin canlanması için verilen bir berat (izin) olarak süregelmiş, ancak 19. yüzyılda devletin gücünü yitirmesiyle birlikte kapitülasyonlar artık Osmanlı ülkesini sömüren bir mekanizma olarak işlemeye başlamıştı. Batı ülkelerine verilen geniş çaplı ekonomik imtiyazlarla Osmanlı Devleti batının bir müstemlekesi haline gelmişti.
Başlangıçta tamamen farklı bir amaçla verilen bu ayrıcalıklar daha sonraları yabancıların Osmanlı topraklarında örgütlenme hakkının tanınması, aralarındaki anlaşmazlıkların kendi konsolosluklarında çözümlenmesi, Osmanlı topraklarında seyahat, taşımacılık, satış serbestisinin, işletme hakkının tanınması gibi çok geniş ve kapsamlı bir hale getirilmiştir. Bu gelişme, 19. yüz yılda sanayi devriminin hızlanması sonucunda 1838 yılında Osmanlı topraklarını Avrupa'ya tek taraflı açan bir sözleşmeye dönüşmüştür. Bu anlaşma ile yabancılar yerli tüccarlarla hemen hemen aynı haklara sahip oldular. Anlaşma hükümlerine göre Osmanlı devleti artık tam ürün üretmeyecek, kumaş yerine sadece iplik üretecek ve hatta pamuk kozası satacaktır. 9 Ocak 1853'de Rus Çarı I. Nikola, bir konserden çıkarken yanında bulunan İngiliz elçisi Hamilton Seymour'a Osmanlı İmparatorluğu için ?hasta adam' demekte ve Osmanlı topraklarını paylaşma önerisinde bulunmaktadır.
Batı'da sanayileşme ve kapitalizm hızla gelişirken, Kırım Harbi sonrası borçların artması ve kapitülasyonlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun kaçınılmaz sonunu hazırlamış, bir zamanlar Avrupa dahil üç kıtaya hükmeden imparatorluğu çöküntünün eşiğine getirmiştir. Borçların yönetimi Duyun-ı Umumi'ye terk edilmiş, demiryollarının işletilmesi hakkı yabancılara devredilmiş ve hatta kapitülasyonlar Yunanlılara ve Ermenilere de tanınmıştır. Osmanlının müttefikleri ile birlikte kaybettiği I.Dünya Savaşı sonunda imzalanan Sevr anlaşmasının 242. Maddesi ile Osmanlı İmparatorluğunun tüm maliyesini yönetecek ve yönlendirecek olan bir Maliye Komisyonunun kurulmasını kayıtsız şartsız kabul etmiştir.
Büyük Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak döneminde başlayan kapitülasyonlar macerası, 1856 yılında Kırım savaşı sonunda kaldırılması sözü verilmiş olmasına rağmen kaldırılmamıştır. Daha sonra İttihat ve Terakki'nin 1914 yılında kaldırıldığını ilan ettiği kapitülasyonlar, Birinci Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği ile yapılan 16 Mart 1921 anlaşmasına kadar devam etmiştir.
Bağımsız bir devlet, devletler hukuku bakımından yetkileri kısıtlı olmayan devlet demektir. Osmanlı Devleti bu anlamda bağımsız değildi. Kapitülasyonların varlığı Osmanlı Devleti'ni tam bağımsızlıktan mahrum ediyordu. Kurtuluş Savaşı ve bunun doğal bir sonucu olan Lozan Barış Antlaşması'nın kapitülasyonları kaldırma konusunda özel bir yeri ve önemi vardır. Lozan Antlaşması imzalanmadan önce, Mustafa Kemal Paşa, bir devlet adamı olarak Türk istiklaline herhangi bir şekilde gölge düşürecek kapitülasyonları şiddetli bir şekilde reddediyordu: "Kapitülasyonlar bizim için mevcut değildir ve asla mevcut olmayacaktır. Türkiye'nin istiklali her sahada tamamen ve kâmilen tasdik olunmak şartıyla kapılarımız tüm ecnebilere genişçe açık kalacaktır."
"Bizim için artık kapitülasyonlar mevcut değildir. Kapitülasyonların hiçbirini tanımıyoruz."
Birinci Dünya savaşının galip devletleri, çeşitli yollarla kapitülasyonları devam ettirmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Buna karşın Lozan'da bulunan Türk heyetinin başkanı İsmet Paşa, konferansta şunları söylemiştir: "Devletler bilmelidir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türkiye için, hakim, müstakil ve mukadderatına sahip milletlerin haiz bulundukları hakların aynına malik olmayı, şiddetle iltizam eylemektedir."
400 yılı aşkın bir süre imparatorluğun başına bela olan kapitülasyonlar, gerçek anlamda büyük Atatürk'ün önderliğinde verdiğimiz Ulusal Kurtuluş savaşı sonrasında imzalanan Lozan anlaşması ile kaldırılabilmiştir. Aslına bakılırsa kapitülasyonlar meselesi yalnız Lozan görüşmelerinin değil, Türk milli mücadelesinin de ana konularından biriydi. Lozan Antlaşması Türkiye için 1923-1929 döneminin iktisadi gelişmelerinin en belirgin yapı taşlarından biri olmuştur.
Kapitülasyonları kaldırmanın siyasi ve iktisadi alanda olumlu sonuçları elde edilmiş ve uluslar arası ilişkilerde Türkiye'nin saygınlığını arttırmıştır. Kapitülasyonların kaldırılması ile devlet kendi evinin hakimi olmuş, millet kendi kaderini kendisi çizebilme hakkına kavuşmuştur. Uluslar arası ilişkilerde onurlu bir devlet statüsü elde etmiş, yabancı devletlerin sömürgesi olmaktan kurtulmuştur. Bunun yanında memleketin sahibi ve asli unsuru olan Türkler, yabancı imtiyazlardan kurtularak, her türlü iktisadi ve ticari sahada faaliyet gösteren unsurlar olmuşlardır. Milli sanayi ve milli bankalar kurulmuş, ulusal gelirde artış olmuştur.
Oldukça uzun bir pazarlık döneminden sonra imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye sadece siyasi olarak değil ekonomik olarak da etkilenmiştir. Lozan Antlaşması ile ülkede ağır iktisadi etkileri bulunan kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Kapitülasyonların kaldırılması büyük bir başarı olarak görünmesine rağmen bu antlaşma ile Osmanlı borçlarının büyük bir bölümü Türkiye Cumhuriyeti tarafından devralınmıştır. Lozan'ın öngördüğü sınırlar dikkate alınarak Osmanlı Devleti'nin borçları, Türkiye Cumhuriyeti ile imparatorluğun topraklarını paylaşan diğer devletlerarasında dağıtılmıştır. Ancak borç paylaşımı konusunda devletlerarasında çıkan anlaşmazlıklar yüzünden Türkiye ile alacaklılar arasındaki antlaşma 13 Haziran 1928'de imzalanmıştır.
Aynca, Türkiye'nin Lozan'daki temsilcileri, borçların ancak Türk parası, ya da frank olarak ödenebileceğini belirtmişler ve bu konudaki önerilerini kabul ettirmişlerdir. Lozan Antlaşmasıyla birlikte, yabancıların Türk ekonomisi üzerindeki denetim örgütü (Düyun-u Umumiye) de tarihe karışmıştır. Türkiye, Osmanlı'nın 161 milyon altın liralık borcunun 107 milyon altın liralık kısmını ödemeyi taahhüt etmiştir. Osmanlı borçları ve savaş tazminatları gibi hükümler; zaten yetersiz olan yatırım kaynaklarını emerken diğer yandan da, gümrük vergileri ile ilgili madde bağımsız bir dış ticareti imkansız kılıyordu.
Lozan Antlaşması'na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi ise beş yıl süre ile Türkiye'nin uygulayacağı iktisat politikalarını dondurmakta ve bazı istisnalar dışında ithalat ve ihracat yasaklarının kaldırılmasını ve yerine yenilerinin konmamasını, gümrük tarifelerinin ise beş yıl süre ile değişmemesini öngörmekteydi. Antlaşmaya göre Türkiye; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya'dan ithal edilecek mallardaki gümrük tarifelerini 1916 Osmanlı tarifeleri düzeyinde tutmaya mecbur ediliyordu. Lozan'da saptanan gümrük tarifesi milli ekonomiye yaklaşık yüzde 13'lük bir koruma derecesi sağlamıştır.
Lozan'da ele alınan konulardan biri de savaş tazminatı meselesidir. Türkiye, Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik ayrılmasından dolayı ödemesi gerektiği savaş tazminatını ödemeyi haklı olarak reddetmiştir. Yunanistan'ın Anadolu'daki hasarlarını ödemeleri için istekte bulunmuştur. Bu istek kabul edilmiştir fakat Yunanistan'ın maddi durumu o günlerde pek iyi değildir. Bu yüzden Türkiye Karaağaç ve yöresini alması halinde tazminat isteğinden vazgeçeceğini belirtmiştir. Yunanistan da bu isteği kabul edip Karaağaç ve çevresini Türkiye'ye veriştir.
Lozan Barış Antlaşması ile yeni Türk Devleti'nin yıkılmış Osmanlı Devleti'nin toprakları üzerine kurulmuş, genç, yeni ve uluslararası alanda eşit haklara sahip tam bağımsız bir devlet olduğu kesinlik kazanmıştır. Türk Devleti bu antlaşma ile 4 senelik bir savaştan yenik çıkan ve 4 sene sonra bütün büyük devletlerle eşit şartlara ulaşarak antlaşma yapan ve varlığını kabul ettiren bir devlet olarak büyük başarıya sahip olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk'ün Lozan Antlaşması ile ilgili söylediği birkaç söz aşağıdadır :
"Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir süikastın çöküşünü bildirir bir belgedir. Osmanlı Devri'ne ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!"
"Osmanlı Devleti eski antlaşmalar adı altında birtakım ayrıcalık haklarının tutsağı idi." Hıristiyanlar'a ayrıcalık tanınmıştı. Osmanlı Devleti'nin, Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan yabancıları yargılama hakkı yoktu. Kendi ülkesinde bulunan Türk unsurlarından aldığı vergiyi yabancılardan alamazdı. Ülkeyi bayındırlaştıramaz; demiryolu, okul yaptıramazdı. Bu gibi girişimlere yabancı devletler engel olurdu."