Travmatik kurtuluÅŸ!
Yazar: Cengiz Türksoy
Binlerce yıllık dünya tarihinde ya da bir yaşam süresi içinde bir türlü çözülmediğini gördüğümüz için bizi üzen, şaşırtan ya da öfkelendiren çeşitli sorunlar vardır. İnsanların büyük çoğunluğunda çoğu zaman yılgınlığa yol açan bu sorunlar acaba neden çözülmezler? Örneğin birbirlerine "uygarlık" dersi vermek için adeta yarışa girmiş olan toplumlar insanlığın baş belası savaşa neden son verememektedirler? İnsanlık tarihinin sonunu yaklaştırdığı açıkça görülmeye başlanan çevre kirlenmesi neden durdurulmaz? Doğumda ve ölümde mutlak eşit olan insanlar, doğumla ölüm arasında geçirdikleri sürede neden derin bir eşitsizlik içinde yaşarlar? Bu sorulara daha onlarcası eklenebilir. Acaba hepsinin ortak bir yanıtı var mıdır?
Bilim tarihinin en zeki insanlarından Einstein bu soruların ortak yanıtını vermiÅŸtir. Ona göre "…dünyanın sorunları, o sorunları yaratırken olduÄŸu gibi düşündüğümüz sürece asla çözülemezler". Bu yanıtı biraz daha çeÅŸitlendirerek şöyle söylemek de mümkündür. Sorunların çözümünü, onları yaratanlardan beklemek boÅŸ bir hayaldir. Dünya tarihi bu gerçekliÄŸin sayısız örnekleriyle doludur. Birinci Dünya Savaşı'nın mutlak yeniklerinden, çürümüş Osmanlı Devleti'nin zavallı padiÅŸahını savunma adına Mustafa Kemal ve devrimleri hakkında ileri geri konuÅŸanların yaklaşımı bu örneklerden yalnızca biridir. Son iki yüz yılını kokuÅŸmuÅŸ bir hanedanın despotizmi altında ve sömürgeleÅŸerek geçiren Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasını deÄŸil de onun yerine, yüzünü çaÄŸdaÅŸlığa çevirerek Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Mustafa Kemal Hareketi'nin baÅŸarılarını "travmatik" bulan anlayış da bu hayal dünyasının ürünüdür.
Kurtuluş Tarihi'nden birazcık haberi olan herkes, o günlerde, ülkeyi 1919 koşullarına getirenlerden temelde farklı düşünenler olmasaydı ne kurtuluşun başarılabileceğini ne de çürümüş Osmanlı Devleti'nin yerine Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulabileceğini bilmektedir. Buna karşılık Osmanlı'nın düşünce sistematiğinden kendilerini bir türlü kurtaramayanlar ya "kurtuluşu" yok sayarak ya da o yıllarda olan biteni "topluma yabancı travmatik olaylar" olarak niteleyerek kendilerine konuşacak zemin yaratmaya çalışmaktadırlar. Kurtuluşu yok sayanlar Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu sıradan bir "hükümet darbesi"ne indirgerler; kokuşmuş Osmanlı Hanedanı'nın ülkenin başından defedilmesini içlerine sindiremeyenler ise kurtuluş hareketini "halkta travmatik izler bırakan olaylar" olarak göstermeye çalışırlar. İlginçtir; bu tür söylemler ve gösterimler "kurtuluş"un uluslararası belgesi Lozan Anlaşması'nı asla kabul etmemiş olan ABD basınında kendisine genellikle geniş yer bulur.
Mustafa Kemal önderliğindeki "kurtuluş hareketi" 1923'te başarıya ulaşmıştır ama aradan geçen seksen beş yılda, eskiyle yeninin, geçmişle geleceğin, geriyle ilerinin mücadelesi hiçbir zaman bitmemiştir. Yeniden yana olanlar ne zaman rehavete kapılsalar, ne zaman artık geri dönüş mümkün değildir diye düşünmeye başlasalar eskinin bütün gücüyle ayağa kalktığını ve seksen beş yıl öncesinin "hesabını sormaya" hazır olduğunu görüyoruz. Geçen seksen beş yılda bu film defalarca oynamıştır ve her rehavet durumunda oynamaya devam edecektir.