Arada kalanlara dair
Yazar: AyÅŸe BaÅŸak Kaban
Arada kalmaktır en feci olan. Yol ayrımının ana kıvrımının ucunda durup, nereye gideceğini bilememektir. Zordur. Hakikaten zordur. Yolun başınsa durup hangi tarafa yürüyeceğinize karar verme aşaması sürecinde geçen o kahir zaman dilimi karartır insan evladının içini. Kafan karışır ve hatta karıncalanır. Kafanın içinde dolanırken küçük karıncalar, melek ve şeytanın veya onların temsilcisi daha küçük meleklerin zihninize fısıldadığını duyar, ürker ve ürperirsiniz. Ve işte bu ülkede pek çoktur kafası karışıkların ve arada kalanların oranı.
Coğrafya dersinde arada kalmış bir ülkedir Türkiye. Avrupa ile Asya'nın ortasında, bu iki eski kıtayı birbirine bağlayan ve kaynaştıran, medeniyetleri kucaklayan ülkedir. Bu nedenledir ki bu topraklarda yaşayanların arada kalmışlıkları toprakları kadar eskidir. Mistik Asya ile modern Avrupa arasında kalan,  arada kalmanın ardından mutlak bir tarafa taraf olan, kimi zaman kucaklamanın ama daha ziyade yumruklaşmanın arasında kalan ve en çok darbeyi alan ülkenin insanlarıyız hepimiz.
Hem Avrupalı, hem Asyalı olunmuyor. Hem Arap kültürünü özümsemeye çalışıp, hem Batılı gibi yaşayamayacağımızı kabul edemiyoruz bir türlü. Kendi tanımlarımızı yapmak istiyoruz. Mesela demokrasiyi, mesela laikliği, mesela İslam'ı kendimiz yeniden yorumlayalım istiyoruz. Ve bir taraflara çekiştirilmeye çalışırken, beri tarafta kalanlar da bizimle gelsin diye diretiyoruz. Haremlik selamlık otellere giden kadının selamlık bölümümde denize giremeyeceğini kabul ediyoruz da, bir otel işletmecisinin türbanlı müşterisini kabul etmemesi ahlaksızca geliyor bize. Milli kürekçilerimizin şort veya tayt giydikçileri için dövülüp hastanelik edilmesi çok normal gelirken, okullarda çatı tepesinde namaz kılan çocukları alkışlayabiliyoruz. Hem Kyoto'yu imzalamak için girişimde bulunmayı, hem Foça'yı karartacak termik santral projesini alkışlayabiliyoruz. Veya halktan yana görünüp aynı zamanda halkın yararını gözeten belediye başkanını mahkemeye verebiliyoruz. Karımıza, kızımıza yan gözle bakanı dövüp, başkasının kızlarına, eşlerine yiyecek gibi bakabiliyoruz. Herkes özgürce üniversiteye gitsin derken, eşcinselleri hor görmezsiniz... Bu ülkede arada kalmışlık örnekleri çöldeki kumlar kadar işte.
Â
İki kolumuz birden aynı şiddette ve aynı uzaklıktaki iki farklı güç tarafından çekiliyor, canımız acıyor.  En çok biz zarar görüyoruz. Çünkü arada kalmışlık biraz da köreltiyor insanı, kafa karışıklığı yaratıyor. Karışan kafalar zarar veriyor hem kendilerine, hem diğerlerine. Çünkü uzun yıllardan beri Araf'ta yaşıyoruz biz. Karışmış, karıştırılmış beyinlerimzile bekliyoruz. Kendimize ait coğrafyada bize ait olmayan düşünceler uçuşuyor dört yanımızda ve illa ki birisi karıncalandırıyor beynimizi.
Â
Şunu öğrenmek ve benimsemek zorundayız hem de çok çabuk; Nereye ait olduğumuzu, kim olduğumuzu, ne istediğimizi... Hem özgür, hem tutsak olunmaz. Hem taraf, hem tarafsız olunmaz. Ve "sadece benim dediğim olsun" diyemezsiniz. Çünkü özgürlük örtüsü altına sığındınızda, aklınıza gelebilecek her türlü özgürlÜğe saygı göstermek zorundasınızdır. Bunun başka bir tanımı yoktur. Yeni tanımları ancak arada kalmışlar, beyhude bir çaba içinde üretmeye çalışırlar.
Arada kalmak kötüdür. Arada kaldıkça kaybedersiniz, siz farkında olmadan hayatınız çalınır sizden ve siz acıtsa da size ait olmayan bir hayatı yaşamaya mahkum olursunuz. Arada kalanların var olan yok oluşu hızla sürmekte. Çok zor değil aslında, Nazım Hikmet'in dediği gibi "Bu dünya öküzün boynuzunda değil, bu dünya ellerinizin üzerinde duruyor."