Siz de benim gibi Frijder lafını çok duymuşsunuzdur. Ama ben ilk kez, göçmen kasabın vitrininde okumuştum: "Etlerimiz Frijderdedir."
Yaz tatilleri benim hayatımın en güzel öykülerini yaşadığım hatta, eskilerin tabiriyle "Şuuruma nakşettiğim" günlerdir. Her zaman hatırlamışımdır.
Tek sıkıntı, medeniyetten uzak, buzdolabının olmadığı günlerdi. Hani tel dolapların olduğu zamanlar. Elinizdeki yegane imkan yiyeceklerinizi sineklerden koruyan tel dolaplar.
Buzdolabı mı, o da ne? Siz herhalde yıllar sonra bir marka olduğunu öğrendiğimiz Frijderden bahsediyorsunuz.
***
Yan komşumuz Bahriye Hanım Teyze' vardı o zamanlar. Beni de çok severdi.
Frijder almaya karar vermiş. Mağazaya giderken de yanına aldı. Pazarlık bittikten sonra beni at arabasının arkasına oturttu. Cebime de üç-beş kuruş sıkıştırdığını çok iyi hatırlıyorum. Frijder at arabasına yüklenirken:"Tufancım, Unutma! sorarlarsa frijder Bahriye Hanım'ların evine gidiyor" diyeceksin.
Daha sonra elinde kırbaç ile bekleyen at arabası sürücüyle pazarlığa başladı.
- "Buradan Reşadiye'ye kaç para alıyorsun? Hangi yoldan gidiyorsun?"
- "Sahilden. Beş lira hanım abla!"
- "Ben sana 10 lira vereceÄŸim. Ama ÅŸu yoldan gideceksin."
- "Tarif ettiğim yolu değiştirmek yok haaa! Bak arkaya çocuğu oturttum. Hızlı geçme mahalle aralarından.!"
- "Tamam hanım abla."
![](http://www.kentyasam.com.tr/Konuk/03062008ta01.jpg)
Arayıp da bulamadığım keyif. Tıngır-mıngır yola koyulduk Reşadiye'ye doğru. Bende keyif keka. Çarşıdan çıkıp da sahilden -tarif üzerine- Çamlık'a saptığımızda arabacı iyice yavaşladı. Çünkü Bahriye Hanım Teyze çarşıda arabacıyı yollarken saatine bakmıştı. Ben bile fark ettim.
Bahriye Teyze uyanık. Arabacı ondan uyanık. Hatta yolda durup atlara su bile içirdi zaman kazanmak için.
Nihayet Aksoy üzerinden mahalleye girdik. At arabasının arkası çocuk dolu, peşimizden koşturuyorlar. Hatta arada bir-ikisi arabaya bile atlıyor. İşte ben o zaman mağrur bir eda ile onları kovalıyorum. Arada bir anneleri tarafından yönlendirilen çocuklar koşarak gelip bana soruyor:
- "Frijder kime gidiyor?"
Ben de sanki bizim eve gidiyor gibi, "Bahriye Hanım Teyze'lere..."
Sanki cebime sıkıştırılan üç-beş kuruşun hakkını verircesine.
Daha sonra bizim sokağa girdik, evin önünde durduk. Ben hemen atlayıp Bahriye Hanım Teyze'lerin kapısını çaldım
Hiç haberi yokmuş gibi kapıyı açtı.
Sonrasında avaz avaz, sevinç çığlıkları.
Bütün sokaktakiler merakla kapının önüne fırladı. Bu can yakaran çığlıklar üzerine:
- "Aman da aman! Nereden çıktı bu frijder?"
Duysanız, Bahriye Hanım Teyze'nin feryadını, etinden et koparıyorlar sanırsınız.
Arka sokaktan koÅŸturup gelenler bile oldu.
Kazasız belasız, arabacı sırtlanıp dolabı eve teslim etti.
Evin önü mahşer yeri gibi kalabalık.
Tüm konu komşunun, Bahriye Hanım Teyze'yi tebrik ziyaretleri günlerce sürdü. Her gidene de kapıda, yine bağıra bağıra:
- "Allah aşkına! Buz lazım olursa çocuğu gönder."
Her akşamüstü, Bahriye Hanım Teyze'nin evinin önünde, çocuklar ellerinde bir tencere ile kuyruğa girmeye başladı. Gün geçtikçe de uzuyordu. Hatta yan mahallelerden bile gelenler oluyordu.
***
Yazın ortalarıydı galiba. Bahriye Hanım Teyze yine çığlık çığlığa.
Hepimiz koşturduk evinin önüne. Yeni bir şey geldi diye.
Yine aynı at arabası geldi. Aynı arabacı.
Ama araba bu sefer boÅŸtu.
Evden koltuk, kanepe, masa taşınırken, bağrınıp duruyordu.
"Ben böyle görgüsüz, frijder meraklısı, buz düşkünü mahalle görmedimmm!"