"İyi ki doğdun" mu insan?
Yazar: Ayşe Başak Kaban
Talihin oyununa bakın ki Türkiye'ye, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 60. yılını hatırlatan Hürriyet Gazetesi oldu. Açıkçası Doğan Grubu'nun büyük abisi durumundaki gazetenin insan haklarından bahsetmesi bana çok ilginç geldi. Kendi çalışanları arasında bile hak denilebilecek bir dengeyi kuramamış, başta İzmir olmak üzere tüm taşra bürolarında çalışanları neredeyse hiç sayan bir gazetenin aman da aman, ne güzel insan olmak, insana değer vermek şeklinde ki sığ ve tamamen duygusal reklamı ve söylemi açıkçası pek hoş gelmedi bana. Velev ki gazetenin hala malum Çölaşan olayı da unutulmuş değil. Yani kendi bünyende çalışan insanların haklarını sonuna kadar sömür, reklama gelince en yürekli insan hakları savunucusu ol.
Ama işte bize İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 60. yılı olduğunu ve Türkiye'nin de 59 yıldır bu sözleşmenin tarafı olduğunu hatırlatan yine Hürriyet oldu. Tam da aynı gün Hürriyet'in internet anasayfasında bir küçük haber vardı. Suudi Arabistan'da 13 aydır tutuklu bulunan Sabri Boğday'ın "başı kesilmek suretiyle öldürülmesi" ile ilgili cezanın Suudi hakimlar tarafından onaylandığı haberi yer aldı. Hani Cumhurbaşkanı'nın otel odasında ziyaret ederek protokol kurallarını yerle bir ettiği kralın ülkesi, hani devlet şeref madalyasını verdiğimiz adamın ülkesinde bir insan evladının başı kesilecek. Tam 60. yıla uygun tablo... Türkiye'nin devlet şeref madalyasını boynuna takan kral, Türk berberinin başını keser.
Tam da 1 Mayıs'a denk geldi bu hatırlatma. Hani hükümetin emekçi sınıfıyla inatlaşmasından az sonra, devletin memuru polislerin devletin emekçisi işçileri dövmelerinden az önceydi. Hakları olan bir günde haklarını savunmak ve bayramlarını kutlamak için bir araya gelen yürekli insanlardan korktu hükümet. Ve Nasrettin Hoca hesabı önce dövdü. "İşçi yerini bilsin" dedi en baştaki memur, ne de olsa işçi dediğin bir çeşit ayak takımı, insan mı ki?
Oysa bize bunu hatırlatmamalıydı Hürriyet. Dünyada 60, bu ülkede 59 yıldır insan haklarının olduğunu unutmuştuk biz. Nasıl insanca yaşanırı hatırlamıyoruz pek çoğumuz. Tüm insanların eşit olmadığını biliyoruz. İktidar yandaşlarının ve cüzdanı şişkinlerin hep daha fazla insan olduğunu öğrendik bunca yıldır. Mavi kanlıların biz zavallı amelelerden kat kat üstün olduğunu daha çok küçük yaşlarda ezber ediyoruz. "Kimseye hiçbir şartla kölelik yaptırılmaz" dense de imza atılan belgede, günde 12-15 saate asgari ücretle ve sigortasız çalıştırılan yakınlarımız var bizim. Ve hatta babalarının, kocalarının köleleri olarak doğan kadınlarımız, kızlarımız. Sürekli gasp edilen haklarımız var. Daha geçenlerde yüzbinlerin haykırarak hayır demesine karşın çıkarılan sözde sosyal güvenlik yasamız var mesela.
Yazmakla bitmez ama benim en çok sevdiğim 25. madde var İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde. Diyor ki o madde "Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dahil olmak üzere sağlığını ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkanlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır". Hayal gibi...
Anlayana tabii veya anlayıp da uygulayabilene sözleşmenin tüm maddeleri çok güzel. Çok insanca. Oysa bizler çoktan unuttuk insan olmayı. Öyle kanıksadık ki hak ihlallerimizi, öyle bir yaşıyoruz ki hayatımızı insanlıktan çıkmış vaziyette... Bu durumda düşünmeden edemiyor insan: "iyi ki doğdun mu insan ve ne kadar insan olabildin sen insan?"