Paris'te son tango
Yazar: Dilek Gappi
EXPO üzerine tarihe düşülecek notlar
Büyük heyecanın ardından yazılan yazıların çoğu "artık yazabilirim" diye başlıyor. Artık yazabilirim! Demek ki EXPO kazanılsaydı kimseyi kırmamak, dengeleri bozmamak adına susulacaktı.
Oysa ne karalamak, ne günah keçisi ilan etmek ne de ortalığı gerip prim yapmak kimseye kazandırmaz.
"Kıralım, dökelim" denklem hesabından uzak, başlangıç-sonuç ilişkisinin dışa vurumu olmalıdır ki, kent tarihi de diplomasi tarihi de aynı hataları yapmamak üzere sonuç çıkarabilsin...
Evet, bir heyecandı yaşadık...
Ancak öncelikle, uluslararası büyük bir organizasyon yapmanın arzu, talep, içeriği belirsiz ziyaretler yerine topyekun bir stratejinin sonucuyla elde edilebileceğini eşsiz bir deneyimle gördük.
Şimdi zaman kaybetmeye üzülmek yerine, bizi olumsuz sonuca ulaştıran gerekçeleri tarihe not etmek zamanıdır...
Satır başları yan yana gelince "akrostiş mesaj" çıkmasa da neden kaybettiğimizin zik zaklar çizmeden yazılmış, bir gazeteci objektifliği ve duyarlılığı ile kaleme alınmış öyküsünü arzu edenler görebilirler...
1- EXPO'nun önemi geç anlaşıldı...
Aslında döngü farklı başladı, EXPO, İzmir'in adı yurtdışında duyulsun amacıyla yaklaşık 20 yıl önce belediye başkanları tarafından ortaya atıldı. Ancak onlar ortaya attıkları bu kulağa hoş gelen çağrının içeriğinin ne olduğunu tam da kavrayamadılar, önemi ilk kavrayanlar İZFAŞ ile İzmir Ticaret Odası oldu...
Ticaret Odası Başkanı Demirtaş'ın ısrarıyla yol açıldı ve EXPO gündeme geldi ama artık geçen zaman dengeleri değiştirmiş, EXPO ticaretin değil, İzmir'in değil; siyasetin simgesi olarak cazip bir meta olarak görülmeye başlanmıştı bile...
2- EXPO "siyasi hedef" oldu...
AKP başlarda algılayamadığı EXPO'yu son iki yılda "Evreka, evreka" (buldum buldum) nidalarıyla karşıladı. Madem organizasyon merkezi hükümetin desteğini gerektiriyordu (çünkü asıl harcama merkezi hükümet bütçesinden yapılacak en az 10-12 milyar dolarlık bir pay ayrılmak durumunda kalınacaktı) son iki kaleden biri olarak tanımladığı İzmir'i kazanmak için EXPO harika bir kozdu. Resmi başvuru son iki gün öncesinde yapılabildi ve İzmir yıllardır söyleyip adım atamadığı organizasyonun içindeydi artık. Bu arada iktidar partisi tarafından İnciraltı bölgesinin EXPO alanı seçilmesinde ısrarcı olunarak "bir taşla iki kuş politikası" sahneye çıktı. İmar ve planlama sorunu yaşanan bölgede bu yolla hem hak sahiplerinin gönülleri alınarak o bölgeden ciddi bir oy potansiyeli sağlanacak hem de emsaller ve EXPO gerekçesiyle rant zemini hazırlanabilecekti. Hakkını teslim etmek gerekir (!) o dönemde dışişleri bakanı olan Cumhurbaşkanının eniştesinin İzmir milletvekili olması AKP'nin EXPO'ya ilgisini hayli artırdı.
3- Belediye geriye itildi
Eski Başkan Ahmet Piriştina'nın ölümüyle kısa çubuğu çekerek göreve geldiğinde Universiade (Dünya Üniversite Yaz Spor Oyunları) gibi uluslararası organizasyonu kucağında bulan Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, önceleri EXPO'nun da benzer bir organizasyon olacağını düşündüğünden, başlangıçta EXPO'ya belediyenin bütçesini koruma içgüdüsüyle temkinli yaklaştı. İzmir Ticaret Odası Başkanı'nın da bu arada hedefleri farklılaşmış, belediye başkanı olma rüyaları başlamıştı. Arada yaşanan bu çekişmeler Hükümetin işine geldi, iki kurumu da yürütme kurulunun başı olmaktan uzaklaştırarak sıradan parçalarından biri yapabilecek malzeme artık hazırdı...
4- "Yürütme Kurulu", "Yönlendirme Kurulu" oluşturuldu.
Kurulun başına getirilen büyükelçiler 65 yaşın deneyimiyle Yürütme Kurulu'nu yürütseler de kendi ifadeleriyle hayatlarında görmedikleri çekişmeli bir ortamla karşılaştılar. Görev her ne kadar yaşamlarının sonbaharlarına yaklaşmış dönemlerinde onlara bir dünya turu yapma gibi "Dolce Vita" (tatlı hayat) bir vaad barındırsa da işleri hiç kolay değildi ama artık geriye dönüş yoktu. Yeni tanıdıkları İzmir'i dünyaya genç lider coşkusuyla anlatacaklar, Milano'nun hırslı belediye başkanıyla yarışacaklardı...
5- Kimdir bu ZET ve hangi büyükelçiyle ilgisi var ?
Yürütme Kurulu göreve başlar başlamaz daha neredeyse hiçbir İzmir'li kuşluk uykusundan uyanmadan tanıtım ve protokol faaliyetleri ZET firmasına verildi. İzmirli değildi ama bir yerlerden tanıdıktı bu ZET firması 2005 yılında İzmir İktisat Kongresi'nde başarısız bir organizasyon yapmıştı ardından UNİVERSİADE işi de apar topar bu firmaya verilmişti. Aradan daha birkaç ay geçmeden firmanın işi yapamayacağı anlaşıldığından yaklaşık 300 bin euro tazminatla yönetim ZET'den kurtulma yoluna gitmişti. Ancak bu kez ZET yine sahnedeydi... Araştırdığımızda firmada Dışişlerini temsilen üç organizasyonda da adı geçen bir büyükelçinin oğlunun gizli ortak olduğu iddasıyla karşılaştık.
6- Üçüncü sunumdan 20 gün önce tanıtım ihalesi yapıldı.
Bu arada çalışmalar genişlemişti. Aynı dönemlerde büyükşehir belediyesinin çiçek exposu bahanesiyle Tayland gezisi gündeme damgasını vurdu. Oysa Milano'da dümenin belediye başkanında olduğunu gören Kocaoğlu için bu gezi "ben varım" mesajı taşıyordu ama bu sefer parti içi dengeler Başkan'ı vurdu. Başkan'ın mesajını kendi partisi okuyamadı... CHP'nin disiplin kurulu operasyonu Dışişlerinin elini güçlendirdi. Başkan da tepkisini yürütme kuruluna bürokrat düzeyinde katılarak göstermeye çalıştı.
7- Sunumdan 20 gün önce yeni ihale yapıldı
İlk sunumları hazırlayan ZET firmasının başarısızlığı yine sahnedeydi. Belediyeden alınan görüntülerin üzerine koyduğu eski bilgiler tepki çekmişti. Bu kez sahneye Nuri Çolakoğlu'nun firması alındı ikinci sunum ve organizasyon yapıldı, milyarlar harcandı ama hayır, yine olmadı. Üçüncü sunum için yaklaşık 20 gün önce yapılan yeni bir ihaleyle bu kez sunum ve tanıtım işleri dünyanın önde gelen halkla ilişkiler firmalarından Publics'e verildi. Sunum yine tatsız, keyifsizdi...
8- Heyetler ne anlattı ?
Sunumlara ve organizasyona yansıyan bu düzensizlik heyetlerin ülke ziyaretlerine de yansıdı. 100'lerce ülkeye gidilmesi gerekiyordu, herkes kafasına göre bir heyet oluşturdu. Dışişleri görevlileri hariç heyete katılanların büyük kısmının ikinci dili kuşdiliydi!.. Hatta istedikleri yemeği anlatamadıkları için "just makarna" dediklerini espri diye anlatanlar bile oldu. Dışişleri Bakanı da artık Cumhurbaşkanı olmuştu ve heyetlere işadamlarının,ticareti bilen, uluslararası çevresi olan kişilerin de alınması fikrini akıl edebilmek Cumhurbaşkanına düştü...
9- Sürekli, havamızı, suyumuzu, medeniyet gücümüzü anlattık...
Ülkeleri ziyaretlere giden heyetlerde ilk dikkatimizi çeken heyetlerin ortak noktasının İzmir'i anlatmak üzerine kurulu olmasıydı. Havamızın denizimizin güzelliğini anlattık, "İzmir medeniyetlerin buluştuğu kenttir" dedik.. Ancak EXPO'nun İzmir'de olmasının dünyaya nasıl bir farklılık kazandıracağının içi doldurulamadı. İzmir'in teması sağlıktı ama bu alanda bilimadamlarından bir heyet oluşturmayı ve dünyaya bilimsel temeli vaadlerde bulunmayı kimse aklına getiremedi. Hiçbir heyette bilimadamlarına yerverilmedi. Oysa Milano'nun sitesinde bile uluslarararısı bir bilim kurulundan sözediliyor, bu kurulda birçok ülkenin önde gelen bilimadamları referans olarak hala gösteriliyor... Milano ayrıca başlarda içi boş olan "Gezegeni beslemek herkes için enerji" sloganının altını doldurmak için "gelişmekte olan ülkelere özgü gıda laboratuvarı" uydurmacasını ortaya çıkarırken, bir yandan da ülkelere büyük vaadler veriyordu... Bizde ise giden heyetlerin ancak küçük bölümü sağlık ocağı, okul, hastane gibi vaadleri yerine getirebilme yetkisine sahipti, diğerleri için EXPO gezileri eşli turistik gezilere dönüşmeye başlamıştı...
10- Son sunum iyiydi ama çok geçti...
İzmir'de ise EXPO temasının içini son ana kadar boş bıraktık. Milano bu arada bir adım daha öne geçerek diğer ülkelere gıda laboratuvarlarından geçen ürünleri gümrüksüz olarak Avrupa'da satışını sağlamak vaadini dile getirmeye başladı. Dünyayı sömürerek güçlenen bir çağ simgesi, şimdi üçüncü dünya ülkelerini çocuk gibi avutabiliyordu. Belki de bu nedenle tüm sunumlarında çocuk unsurunu bol bol kullandı. Türkiye'nin 4. sunumu ise diğer sunumlara fark atmayı başarmıştı. Bunun bir nedeni alanında dünyanın önde gelen şirketlerinden Publics'in artık ustalığını konuşturacak kadar zaman kazanması ise diğer bir neden ise Genel Sekreter Tunç Soyer'in elde ettiği tecrübeyle vizyon oluşturacak bir dinamizm ortaya koyabilmesiydi. Her ne kadar afrikaya seslenmek adına kareografileştirilmiş kızların goril dansını anlamlandırmak kolay olmasa da sunum bu kez Milano'ya fark atıyordu ama oylamaya sadece 20 dakika kalmıştı...
11- Son ana kadar ayrım, son ana kadar çatlak
EXPO yürütme kurulunda ise hala çok başlılığın armonisi vardı.. Bazı dertli yürütme kurulu üyeleri EXPO'dan sonra konuşacaklarını, taşmak üzere olduklarını söylüyorlardı. Üç ayrı uçak kaldırıldı. Ticaret Odası'nın uçak kaldıracağını öğrenen Büyükşehir Belediyesi son anda uçak kaldırmaya karar verdi. Heyetler ayrı yerlerde yemek yediler, kongre salonunda bile odaları ayrıydı..
Bir hakkı da teslim etmek gerekir ki; tarihi gün yaklaştıkça, Paris'e giden Başkan Aziz Kocaoğlu ve EXPO Yürütme Kurulu üyeleri burada canla başla çalıştılar..
Son gün 800 kişiyi aşan bir kafile artık Paris'teydi ama altın gol İtalyan Başbakanı Prodi'den geldi. Sabah erken saatlerde otele gelen Prodi kritik ülke delegeleriyle tekrar görüştü... Türkiye'deki siyasi kargaşayı, cari açık riskini, etnik isyanları anlattı. Günahı boynuna rüşvet verdiği bile iddia edildi...
12- Prodi'nin sözleri uluslararası politika dersidir
Prodi'ye dair son anlattıklarımız birer iddadan ibaretse de Prodi'nin konuşmasında imalı biçimde Türkiye'yi karalamaktan çekinmemesi unutulmaması gereken bir gerçekti... "Kadınına değer vermeyen, dini temel edinmiş bir ülke... diyerek Türkiye'den söz etmekten çekinmedi. Aslında EXPO macerasından bizlere miras en önemli derslerden biri Prodi'nin bu sözleridir.
Avrupa'daki en sıkı dostumuz bile çıkarına ters düştüğü anda, bizi nasıl algıladığını yüzümüze gülerek üç satırla anlatabildi...
Sonuçta iddia ediyorum; asıl kazanan Milano değildi. Hayır kazananlar İzmirliler de değildi.
Asıl kazançlı çıkanlar Fransızlar... Büyük EXPO, küçük EXPO derken özellikle sunumların gerçekleştiği Concorde La Fayette Kongre Salonu ve oteli neredeyse her üç ayda bir uluslararası organizasyona evsahipliği yapıyor. O eski otel ve etrafındaki oteller ceplerini doldururken, esnaf ve birçok fransız şirketi de iyi para kazanıyor. Açıkçası Fransızlar 100 yıldır kazanmanın yolunu iyi bulmuşlar...
Biz ise daha fazla kaybetmeyi hak etmiyoruz. Meydanlarda toplanan EXPO'yu yürekten destekleyen onbinler, yüzbinler hiç hak etmiyor.. İzmirli yöneticiler artık başarıya susamış yüzbinlere borçlu olduklarını hissederek yola devam edebilmeli...
EXPO hedefleri bir formül ve yeni bir başlangıcı bu kez kendimizden yola çıkarak gerçekleştirmek üzere önümüzde neden durmasın ?
Başlarda birçok sıkıntıyla karşılaşan ancak EXPO'larda kaptanın kentin belediye başkanları olduğunu gören ve kente asıl dönüşümü EXPO ile yapabileceğine inanan Başkan Kocaoğlu kırgınlığını, kızgınlığını geride bırakarak büyük çaba harcamayı geçmişte başardı.
Şimdi de son ana kadar süren tüm çekişmeleri unutmaya, EXPO'dan kalan vizyon mirasını değerlendirmeye kararlı olduğunu belirtiyor...
Kocaoğlu bunu yapabilir mi, siyaset rüzgarları EXPO sonuçlarını nasıl kullanır, bunları da haftaya yazarız.
İşte Paris'te son tangonun gerisinde böyle unutulmaması bir öykü vardı...
---
AKP'NİN "STRATEJİ" STRATEJİSİNE NE OLDU?
"Nedir bu yaşta bu karamsarlık" diyen de oldu, "küresel ticaretin kuralları değişti artık herşey ülkede üretilmek zorunda değil" diyerek makro ekonomik kuram zenginliğini sırıtmalarla yansıtmaya çalışan da..
Oysa Türkiye'de sosyal, siyasi ve ekonomik sıkıntaya giden süreç sürpriz değildi.
Ancak gelinen süreçte dikkatleri çekmesi gereken başka şey var...
Bugüne kadar iktidar partisi AKP, "akil adamlar grubuyla" birlikte yönetiliyor, hatta bu imajı AKP bizzat kendisi veriyordu.
Daha Hükümete gelir gelmez, yasa tasarısı bombardımanı yaptıklarında bir taşla üç kuş vurabilecek bir stratejinin sahibinin arka bahçe olduğuna dair imalar vardı.
Başını Cüneyt Zapsu'nun çektiği, Hükümette yer almayan ama AKP bünyesinde düzenli bir araya gelen Türkiye'yi çağdaş ılımlı İslam senteziyle buluşturabilecek bir gruptu bu...
AKP'nin oylarını artırmasında bu arkadaşların ciddi katkıları da oldu. Hatta bazı öneriler tepki çektiğinde Başbakan'a geri adım atması da bu akil adamlar grubu tarafından telkin ediliyordu.
Ama saadetli gidiş bir yerde aniden durdu. Bu kez "türban zamanlaması" hesapları tutmadı...
Risk yönetimi, birden yönetilemez hale geldi...
Oysa bu yüksek akıllı "akil adamlar kurulu" o güne kadar birçok riskin hesabını yapabiliyordu ama en kritik noktada çuvallandı...
Özellikle türban stratejilerini uygulayabilmek için mevcut yasaların, Anayasa dahil hangi maddelerin değiştirilmesi gerektiği biliniyordu.
Kendi stratejilerine engel olacak şekilde mevzuatları değiştirmeden adım atılmasına engel olamadılar. Bu süreç beraberinde Anayasa Mahkemesi'ne dava açılmaya kadar giden bir dizi olumsuzluk ortaya çıkardı.
Şimdi iki sonuç var; ya başlarına gelecekleri hesaplayamadılar? Bu durum hükümet ve akil adamlar olarak yeterince yetenekli değiller miydi" sorusunu akla getirir ki, vahimdir...
ya da yüzde 47 egosuyla ben herşeyi yaparım düşüncesine saplanan Hükümete artık söz geçirememektedirler...