Gerginim... Gerginiz...
Yazar: Ayşe Başak Kaban
Tüm memleket botoks yapmış sosyete dilberleri gibi salınmaktayız... Gerginlik giderek bağışıklık sistemimizde yer ediniyor, alışkanlığa dönüşüyor. Gerilmeden bir gün geçiremez olduk ve hatta gerilmeden bir gün geçirilebileceğini dahi düşünmüyoruz. Öylesine geriliyoruz ki hayatımızda meydana gelen tatlı veya acı her türlü ani değişiklik karşısında şaşıramıyoruz. Şaşırma efektimizi çalmışlar. Öyle bakıyoruz, manasız manasız...
Senaryo üzerine senaryo yazılıyor. O böyle olursa bu böyle olur, yok efendim kapatılırsa şuradan açılır... Ülke ülke değil yaratıcı senaryo atölyesi... Kapatılan partiler, kapatılmak istenenler, kapatılmasın diyenler, illa ki demokrasi diyenler, laiklik önde gelir diyenler EXPO'yu aldık diye zıplayıp tam sevgi yumağı olmuşken gerçeğin tam aksi olarak yüzümüze vurulması da gerginliğimize gerginlik kattı. Ama bizi daha da geren EXPO konusunun da parti kapatma hamuruna katık edilmesiydi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat'tan beklenen yorum geldi. Fırat, "Dava EXPO kararını etkilemiş olabilir " dedi. E, bunun üzerine ben de şunu demeden duramayacağım: Belki de adamlar 2015'e kadar Türkiye'nin yeni kimliğinin ılımlı İslam devletine dönüşeceğini görebildikleri için böyle bir karar almışlardır? Bunu da tartışabiliriz... Amaç ortam germek ise, bu çok kolay. Hadi bir de EXPO'yu alamamış olma nedenleri üzerine kutuplaşalım.
Şöyle bir uzaktan bakınca memleketin üzerinde havada dolanan milyonlarca konuşma baloncuğu görebilirsiniz. O kadar çoklar ki birbirlerine teğet geçmeden ilerleyemiyorlar. Oysa tam da bu noktada durup düşünmek gerekiyor. Bu ülkede demokrasi olduğu için mi bunca çok seslilik? Yoksa topumuz birden tarladaki boş karpuzları mı temsil ediyoruz? Durup bir düşünmek gerekiyor. Herkesin söyleyecek bir çift kelamı vardır ve nitekim söyleniyor da. Türkiye hiçbir döneminde bu kadar rahat ve umarsızca konuşamamıştı. Gerginliğin yan etkilerinden biri bu olsa gerek.
Ancak mutlak bir sorun var ki boş konuşuyoruz. Bilgi sahibi olmadan edindiğimiz kırık dökük fikirlerimizle her yerde konuşuyoruz. Ve işin kötüsü sokaktaki insan tam da kendine bu açıdan da benzeyen liderinin izinden gidiyor. Sadece ve sadece halkın hoşuna gidebilecek üç beş cümleyi bir araya getirip, halka "siz bizim efendimizsiniz, millet her şeyden önce gelir " diyenin kuyruğundan ayrılmıyor. Ve giderek büyüyen kutuplaşmanın taraflarının ayrılma noktası da burası oluyor. Herkes kendine yakın gelen liderin peşinden - söylediklerini analiz etmeden, "doğru mu söylüyor?" diye düşünmeden - gözü kapalı gidiyor.
Bunu söylemekten hiç bıkmayacağım ve her yeri geldiğinde de söyleyeceğim; bu gerginliğin nedeni en başta eğitimsizliktir. Üniversiteden mezun etmekle de olmuyor, eğitim ki onun adı öğretimdir. İnsan eğitemeyen bir toplumun sonu gerim gerim gerilmektir. Yakın siyasi tarihini bilmeyen kuşaklar yetiştirdik biz. Devrim tarihinden çok Osmanlı Tarihi okutuluyor liselerde... Bu ülkenin gerçek tarihinden, gerçek yapı taşlarından uzak büyütülen çocukları olarak, sadece germek ve gerilmekle meşguluz.
Henüz bir yüzyılı bile geride bırakmayan bir cumhuriyet ülkesi için çok yazık ki "biz nereye gidiyoruz?" başlıklı tartışmalar düzenleniyor. Şimdilik sadece geriliyoruz farklı kutuplara doğru ilerlerken, az kaldı, kavga başlayacak, işte o zaman tam olarak nereye gittiğimiz anlaşılacak...