Seçim sonuçları : Eğitim şart
Yazar: Ayşe Başak Kaban
22 Temmuz seçimlerinde en büyük başarılardan biri hiç kuşkusuz Tarhan Erdem'in. Erdem'in şirketi Konda tarafından yapılan araştırma neredeyse birebir doğru çıktı. Sonuç ortada AKP yüzde 46 ile büyük başarıya imzasını attı.
Oysa araştırma sonuçları yayınlandığında pek çok kişi, "hadi canım..." dedi. Konu üzerine yazanların yarısından fazlası Tarhan Erdem'in yanıldığını söyledi. Seçim yapıldı, sandıklar açıldı. Tarihimizin en hızlı seçim sonuçları dökülmeye başladı ve herkesin aklına o araştırma geldi.
İşin ilginç taraflarından biride medyanın durumu. Seçim otobüsleri ile, canlı bağlantılar ile, ünlü köşe yazarları ile iki ay boyunca seçmenin nabzını, Türkiye'nin dört bir tarafında tuttular ama hiç kimse sonuca yakın bir tahminde bulunamadı. Öyle ki Pazar akşamı henüz seçim yasakları kalkmadan ilk sonuçlar haber merkezlerine ulaşmaya başladığında kamera önündekilerin şaşkınlığı bizzat ekranlara yansıdı.
Seçim öncesine genel çoğunluk, AKP'nin oylarını en fazla beş puan arttıracağı yönündeydi. AKP'ye tek başına iktidar olur diyenler sayıca daha fazla olsalar da koalisyon hesapları yapanlar dahi vardı. Görünen köy kılavuz istemiyordu çünkü her dokunulandan bin ah işitiliyordu. İstatistik veriler de ortadaydı. Mesela;
Devlet İstatistik Kurumu'nun "yoksulluk çalışması"na göre kırsal kesimde yoksulluk oranı yüzde 50'ye ulaştı ve her iki kişiden biri açtı.
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün asayiş raporu'na göre ekonomik suçlarda yüzde 43 artış olmuştu.
Mali Gelirler kontrolörlerinin yapmış olduğu incelemede geçen yılki ihracatın yüzde 555.5'inin hayali olduğu ortaya çıkmıştı.
220.9 milyar dolar olan iç ve dış borç miktarı 2007 nisan ayında 402.1 milyar dolar olarak belirlenmişti.
Vatandaşın bankalara olan borcu 2002 yılında 6.5 milyar dolar iken bugün 75 milyar dolar olmuştu.
Bankaların yüzde 40'ı, sigortacılık sektörünün yüzde 70'i, İMKB'nin hisse senetlerinin yüzde 75'i yabancıların elindeydi.
Türkiye ilk çeyrekte 35 ülkeye dış ticaret açığı verdi. En fazla dış ticaret açığı 4 milyar 6 milyon dolar ile Rusya'ya ve bu rakam geçen yıla oranla yüzde 32. 6 oranında arış göstermişti.
Türkiye satın alma gücü paritesiyle kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla'da AB, AB adayı ve EFTA ülkelerinden oluşan 33 ülke arasında sondan birinci olmuştu.
Protestolu senet tutarı yılın ilk beş ayında 2 milyar 122 milyon YTL'ye ulaşarak yüzde 53. 6'lık artış göstermişti.
Kredi kartlarında borçlanma yüzde 12 artmıştı.
Memur maaşının yüzde 92. 34'ü sadece gıda ve barınmaya harcanmıştı.
Son dört yılda 61 bin bakkal mesleği bırakmıştı.
Beyaz eşya üretimi yüzde 42 azalmıştı.
2002 yılında 3 bin 187 dolar borçla doğan bebeğin bugün 5 bin 443 dolar borcu vardı.
Nüfusun yaklaşık yüzde 54'ü istihdam edilememişti.
Geçen yıl işletmelerin yüzde 96.1'i tahsilat sorunu yaşamıştı.
Nüfusun yüzde 87'si orta gelir seviyesinin altındaydı.
...
Tablo böyleydi. Ve elbette bu tabloya bakan birinin seçim sonuçlarını doğru okuması beklenemezdi. Tüm bu veriler ve yaşanılan sıkıntılar ekonominin söylenildiği kadar parlak olmadığını gösteriyordu. Ancak, seçim sonuçları açıklandığında seçmenin yüzde 46'sı sevinç çığlıkları atarken yüzde 54'ü şaşkınlıktan şok geçiriyordu.
Sonuçların ardından pek çok yorum yapıldı. En çok neden' diye soruldu, 'nasıl' da takılıp kalındı. İstatistik veriler her iki kişiden birinin AKP'ye oy verdiğini gösteriyordu. Peki ikinin birisi kimdi? Yani bunca sızlanmaya, şikayete rağmen nasıl oluyorda AKP bu oyları alıyordu?
Aslında seçim sonuçlarını yüzde yüze yakın tahmin eden o araştırma raporunda soruların cevabı açık açık veriliyordu. Raporda; hane geliri üzerinden parti yandaşlığına bakıldığında AKP, yoksuldan daha fazla oy alıyor. Hanedeki insan sayısı fazlalaştığında yani çocuk sayısı arttığında da oylar AKP'ye gidiyor. Özet olarak her geçen gün yoksullaşan, borçları büyüyen kesim yine AKP'ye oy veriyordu?
Ama neden? Raporun alt metnini okuyalım diyor ki "AKP seçmenleri içinde orta okul ve altı eğitimliler görece en yüksek orana ulaşmakta. Buna karşılık üniversite eğitimlilerden AKP görece en düşük orana düşmekte. Türkiye seçmeni, oy tercihini belirlerken daha çok içinde bulunduğu ekonomik koşullardan yola çıkarak oy vermekte. Demokrasi ve laiklikle ilgili kaygılar oy tercihinde daha az yer almakta". E, bunlara zaten paradan başka değeri olmayan bir kısım insanı da eklersek...
Sözün özü; seçmen iktidar partisinin yarattığı parlak ama sanal ortamdan fazlaca etkilenmiş görünüyor. Ortada sıcak para nedeniyle iyiymiş gibi duran bir ekonomiden kendi ceplerine akan sanal paraların sıcaklığını hissediyor. Birde seçim öncesi" biz gidersek kriz olur" tehditlerini sayarsak. Sonuç hiç şaşırtıcı olmuyor. Kısaca seçmen, sorgulamadan, doğruları görmeden, yanlışları anlamadan, okumadan, araştırmadan oy veriyor. Ardından "Oy anam oy" diye ağlıyor.
Bu durumda söylenecek tek bir şey kalıyor" eğitim şart".