Çuvaldızı batırmak !
Yazar: Macit Sefiloğlu
Basın güvenilirlik sıralamasında nereye düştü? Bu sorunun yanıtını aradığımızda karşımıza iyi bir tablo çıkmıyor. Peki bu kötü tablonun sorumlusu kim? Basın -Yayın eğitimi verilen fakülte ve yüksek okullardan mezun olanları yetiştirenler mi? Yoksa, basın patronları mı? Bunun da ötesinde bu işi yapanlar mı?
Zaman zaman yazılarımda medya eleştirisi yaparım.
Bunun tek amacı vardır. O da mesleğimi, bu işi yapanları, bu işi yaptığını iddia edenleri sorgulamak. 27 yıldan beri yürüttüğüm mesleğimi bana öğretenler; "Çuvaldızı her zaman kendimize batırmamız" gerektiğini söylemişlerdi. 10 yıl çatısı altında kaldığım Hürriyet Gazetesi'nde Sedat Simavi'nin "Herkesin diline doladığı ama uygulamadığı" "Kalemini kır ama satma" sözü bugünlerde sadece kulaklarda hoş bir sada gibi.
Bu çuvaldız batırma işi bizim meslek mensupları arasında her zaman hoş karşılanmaz. Özellikle basının bir ucunu tutmaya başlayanlar, tıpkı sahtekar siyasetçilere dönerler.
Bulunduğu noktadan öyle yorumlar yaparlar ki; attıkları her adımın "toplumun doğrusu" olduğu yutturmacasına inandırmaya çalışırlar.
1980 sonrası belirli bir süre düzeyli giden gazetecilik mesleğindeki deformasyon son günlerde inanılmaz boyutlara ulaştı. Ancak, bu deformasyon, yukarıda söz ettiğim kesimlerin hiç birinin tek başına kusuru değil.
Bu noktaya gelinmesinde belki de okuyucunun, ucuz programlara reyting kazandıran izleyicinin de etkisi olmadı mı sizce
Satış gibi
Biliyorsunuz, şimdi Türk halkı artık yabancı kanalları da izliyor. Gerek kablo yayınından gerek uydudan. Bu televizyonlardan bazıları sürekli mal satıyor. Bu anlayış şimdi Türk televizyonlarına da yayıldı.
Ama bazı televizyoncular, programcılar bu satışı örtülü biçimde yapıyorlar. Kent, siyaset ve toplumsal olayların irdelendiği iddia edilen bir televizyon programına bakıyorsunuz, 15 dakikasını bir şenlik reklamına ayırmış. Neden olduğuna baktığınızda ise karşınıza ilginç bir sonuç çıkıyor
O zaman anlıyorsunuz, neden o kadar süre bu olayın irdelendiğini.
EXPO seyahatine gidip kendisine masaj yaptıran gazetecilerin bu olayı eleştirenlere yönelik saldırgan tavrı da böyle bir şey.
250 kişiyi hiçbir "yararlılık" analizi yapmadan uçağa doldurup götürenlerin sürekli övüldüğü yayınlar, maalesef kesinlikle yanlış olduğu konusunda üzerinde herkesin uzlaştığı bir olayı "ellerine geçirdikleri"ni sandıkları medya organlarında yutturtmaya çalışanlara dönüp bakınca da benzer şeyleri görebiliyorsunuz.
Popüler kültürün yaşamımızın her alanına girdiği şu günlerde, onuruyla mesleğini yapanlar bu gidişata zaman zaman "çomak" sokuyor. Böylesi durumlarda ise ortalık kan revan oluyor.
Yağdanlık durumunda yaşayan gazetecilerle, bunun karşıtı olan gazeteciler elbette uzlaşmaz çelişkiler yaşıyor.
Ulusal gazetesinin İzmir'deki tirajı 700 (Yedi yüz adet) olan bazı gazeteciler, konuşmalarında kendilerine bakmayıp, tiraj eleştirisi yapıyorlar.
Ellerindeki "kıytırık" olmayan medya organlarına her geçen gün kan kaybettirip, marka değerini düşürenler, bir gün orada olmayabileceklerini de düşünmüyor. Ve kurdukları medya organlarından bile "fotoğrafları yayınlanarak" uzaklaştırılanlar ise geçmişi hiç anımsamıyor.
Çünkü, bu kişiler bu günü yaşıyorlar. Ve yanındaki insanlar onlar için bir kağıt mendilden farksız. Bugün kullanıp, atıyorlar.
Ancak, geldikleri noktaya baktığınızda kendisinin de bir kağıt mendile dönüştüğünü görüyorsunuz.
Önlerine konulan, yakalarına takılan mikrofonu bir silaha dönüştürüyorlar.
Bu hüzünlü tablonun ise tek bir nedeni var.
Gazeteciliğin bir toplumsal yararlılık anlayışı yapılması değil de kişisel yararlılık için sürdürülmesi
Nice Yıllara
Kent Yaşam 5. yılı geride bıraktı. Yazar buluşmasında ne yazık ki Yakın Plan Gazetesi'ndeki işlerim nedeniyle bulunamadım. Ancak, kalbim ve gönlüm Hüseyin Erciyas ile Saadet Erciyas'ın yanında. Nice 5 yıllara...