İndi - bindi demokrasi
Yazar: Agah Agamemnon
Türkiye, kurucusu ulu önder Mustafa Kemal'in koltuğuna kimin oturacağına ilişkin orta oyununu izliyor.
Rejisör Recep Tayyip Erdoğan, oyuncular Abdullah Gül ve Bülent Arınç.
Önce AKP grup toplantısında Erdoğan'ın Gül adını tezahüratlar altında açıklaması...
Sadece sandığa gidenlerin yüzde 34 oyunu alan bir partinin, bir ismi tüm Türkiye'ye "dayatma" yaklaşımı..
Ardından; satın alınmış televizyonlarda, suya sabuna dokunmaksızın bu dayatmanın allanıp pullanması...
Gül'ün "dikeni"ni sorgulamadan, ekranlarda "tebrik yığılmaları"nın teşhiri...
Sonra gelsin manşetler:
"Tarihi fedakarlık", "İşte Lider" "Fazilet ve Fedakarlık"...
Yağcılığın bini bir para!..
Bunlara bakarak günümüzün iktidar-basınla ilişkisini, kısa cümleyle nasıl özetleriz?
Yani bu ilişkinin biçimini, nasıl tanımlarız?
Şöyle desek:
- Bugün Türkiye'de, Yeni bir Şafak'ta; Zaman-Vakit müsaitse ve Hürriyet'i varsa, TMSF Referans vermişse, mümkünse Starlar'ın altında Sabah, Akşam en az bir Posta olursa!...
Bu cümle, bir saadet zincirini ifade ediyor belki.
Ama bu ülkenin temel değerlerinin altını oyuyor...
Bizim ve çocuklarımızın beyinlerini yıkıyor, uyuşturuyor.
Biz yine oylama bahsine dönelim.
Kemeraltı'nda bir işportacı taktiği vardır.
Yaprak kımıldamıyorsa, malın satılması günü gelmiş borçların kapatılması için şartsa, şunu yaparlar:
5 kişilik işportacı ekibi görev bölümü yapar; biri bağırır çağırır 2 kişi tezgah başında bekler, diğer iki (yerine göre üç) kişi malın başında alıcı gibi kalabalık yapar.
Benim halkım da kalabalığı ve en çok tercih edileni merak ettiğinden tezgahın başına gider.
Kitle psikolojisiyle, almayacağı bir malı da alıp evinin yoluna koyulur.
Hem de herkesin başına toplaştığını gördüğü o tezgahtan en iyilerini seçtiğini ve ekonomik bir fiyata aldığını düşünerek!
İşte AKP de buna benzer bir taktikle, "cumhurbaşkanlığı makamı"nı işportaya çıkardı!
Ankara Çankaya'da cumartesi günü kurulan halk pazarına çıkar gibi...
Hatta "akşam pazarı" gibi ucuzlaştırarak!
***
Seçim günü de farksızdı.
Sanki grup toplantısında gibiydiler.
Diğer partilerden, bağımsızlardan birkaç numunelik "yardımcı oyuncular" da sahnedeydi.
CHP İzmir Milletvekili Kemal Anadol, Baykal'ın deyişiyle "aslanlar gibi" milyonların temsilcisiydi orada.
Arınç, oylama sürecine kadar usulü kendine göre yorumladı, "Genel Kurul salonunun kapısına bile gelmedim" diyen milletvekillerini salonda göstererek, toplantıda 368'i bulma başarısını (!) gösterdi.
Sayın Arınç sayı saymayı iyi biliyordu, Mesir şenliklerinde sanırım 43 macunu kapıvermişti.
Ama Meclis'teki milletvekillerini mesir macunu sayar gibi sayamazdı.
Tutanağa 368 milletvekili katılımını işletirken,
- Arınç, Türkiye'yi indi-bindi demokrasisini getirdi dedim.
Hani şehir içi dolmuşların fiyat tarifelerinde "indi-bindi ücreti" vardır.
Yanlış bile binsen, 10 adımlık yere gitsen, o dolmuşa binmişsindir ve paranı ödersin.
Kendisini dolmuş şoförü sandı Sayın Arınç herhalde, Meclis İçtüzüğü'nü de Minibüsçüler Odası fiyat tarifesi!
Zaten bu düşünce yapısındakiler için demokrasi de bir "araç" değil miydi; "tramvay" falan?
Tercihen, bindikleri veya indikleri.
Şimdi Genelkurmay Başkanlığı'nın "çok net" ifadeler taşıyan muhtıra da denilen "trafik çevirmesi"nden sonra; muhtemelen yine mağduru oynayacaktır bu isimler.
Artık kaçınılmaz olan seçimler öncesinde, milleti dolduruşa getirip, kendi dolmuşlarına bindirmeye çalışacaklardır.
"Muhalefet yapamıyor" diye eleştirilen CHP'nin cumhuriyet için nasıl paratoner olduğunu ve muhalefeti nasıl etkin yapabildiğini Cumhurbaşkanlığı seçiminde gördük.
Önemli olan, yine şoförlerin tabiriyle söylemek gerekirse,
- İş yolda bekleyen kuşları erken kapmakta.
Bu noktada CHP'ye büyük iş düşüyor.
Bize düşen görevse, "yok ben Baykal'ı sevmiyorum, birleşin" demeksizin; Atatürk'ün kurduğu partiye koşulsuz oy vermemiz.
Ve çevremize ısrarla bunun gerekliliğini anlatmamız.
Hepinize takunyasız - postalsız haftalar.