Kimin yalnızlığı?
Yazar: Sabriye Mercan Bolulu
Bazen ben de annem gibi, geri dönüşsüz unutmak istiyorum. Bazı insanları, yaptıklarını, söylediklerini?
Daha önce paylaşmıştım; annem altı yıldır Alzheimer hastası. 64 yaşında, fiziksel olarak sapasağlam. Gerçi son günlerde eskisi kadar kolay yürüyemiyor ama onun dışında fiziksel bir sorunu yok.
Düşünsel olarak ise giderek hastalığın etkisi altına giriyor. Unutuyor, her şeyi unutuyor: Sözcükleri, kavramları, sevdiklerini, sevmediklerini, az önce olan biteni, bugüne dair ne varsa unutuyor. Sadece uzak geçmişten şeyleri anımsıyor.
Alzheimer hastalığı tanısının koyuluşunun 100. yıldönümünde 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü sloganı olarak "Bu büyük yalnızlığı paylaşalım" teması tercih edilmiş dernek tarafından. Bizim 9 Eylül kutlamalarındaki "İlk gün gibi?" temasında olduğu gibi hedefi tam işaret etmiyor ama istatistikler gösteriyor ki 2050 yılında hiç de böyle büyük bir yalnızlık olmayacak. Rakamlar 2050?de 100 milyon Alzheimer hastası olacağını gösteriyor. Tıp bir çare bulamazsa hastalar elbette yine kendi yalnızlığında olmaya devam edecekler ama hasta yakınlarının sayısının da hayli artacağı için pek yalnız olmayacaklar.
Sloganda hastaların "yalnızlığı" dile getirilmiş ama asıl büyük yalnızlığı yakınları yaşıyor. Hem çok sevdikleri insanı daha yaşarken kaybediyorlar hem de çok zor, büyük özveri isteyen bakım görevi nedeniyle psikolojik, fiziksel, kişisel ve sosyal bakımdan büyük sorunlar yaşıyorlar.
Ne yazık ki sosyal devlet olma görevini anımsama konusunda annemden daha Alzheimerli olan yetkililer soruna çözüm üretmekten çok uzak görünüyor. İşkence gören çocukları gazeteciler kurtarıyor, devlet yine aynı aileye geri veriyor. Yok, geri vermez de el koyup yuvaya teslim ederse bu kez resmi görevliler tarafından işkence ediliyor. Daha savunmasız çocuklarına sahip çıkamayan bir anlayışın Alzheimer hastaları ve yakınları için çözüm üretmelerini beklemenin ne kadar hayalperest bir yaklaşım olacağını biliyorum. Görev yine sivil toplum kuruluşlarına ve vatandaşlara düşüyor elbette. Ama daha yer sıkıntısını çözememiş bir dernekten de fazla bir şey beklememek gerekir.
Annemin bugünkü durumunu merak ediyorsanız, söyleyeyim: İki üç ay öncesinde ?artık bizim de anımsamak istemediğimiz- o saldırgan davranışlarının onu esir aldığı, gitmek için eşyalarını balkondan aşağı attığı, kapıyı kilitli bulunca kendisinin de balkondan çıkabileceğini düşündüğü günler, şimdilik geride kaldı. O günlerde önce özel bir kliniğe yatıralım düşüncesi ağır bastı üç kardeşte. Ama sonra hiçbirimizin içine bir türlü sindiremediği bu kararı uygulamaya koyamadık. Anneler gözden ırak olunca, gönülden ırak olmuyor çünkü!
Son zamanlarda ablamda kalıyor. Şimdi ablam, onu yıkadığında, yatağına yatırdığında, yemeğini önüne koyduğunda, su getirdiğinde, meyvesini yedirdiğinde, her fırsatta şunu söylüyor:
"İyi ki sizin gibi dostlarım var! Sizin yaptığınızı evlatları yapmaz insana!"