BaÅŸbakan vatandaÅŸtan cemaat itaati bekliyor
Yazar: Hakkı Ülkü
Eğer imam-cemaat ilişkileri içinde yetişmişseniz, duruma göre ya siz de seslendiğiniz kitleden cemaat itaati beklersiniz ya da cemaat uysallığında imamınızı dinlersiniz.
Başbakan böyle bir gelenekten geliyor. Gençliğinde şiir okuma kabiliyeti ve hitabetiyle çevresine nam salmış. İmam Hatip Lisesinde okurken Milli Talebe Birliği gecelerinde bol bol kürsüye çıkmış. Sessizce dinlenmeye ve cemaat tarafından izlenmeye alışmış.
Şimdi yurt gezilerinde halka hitap ederken ya da incelemelerde bulunurken bir vatandaşın çıkıp da rahatsızlığını dile getirmesine bu nedenle tahammül edemiyor. Partisinde de hükümetteki çalışma arkadaşlarında da bu yapı hakim.
"Gözünüzü toprak doyursun" gaflarından "Allah'tan korkun" tehditlerine, "Al ananı da çek git" seviyesizliklerinden "Bırakın bu işleri" tavsiyelerine kadar her tepkiye daha büyük bir şiddetle yanıt veriyorlar. Dincilerin türban eylemlerinde Türkiye Cumhuriyeti aleyhine yaptığı protestolar ve taşkınlıklar hakkında hiç kimse hakkında soruşturma başlatmazken Ordu'daki fındık eylemleri, Söğüt'teki yuhalamalar ve protestolar hakkında hemen idareciler ve emniyet hakkında soruşturma başlatıyor. Ayrıca duygusallaşıyor da. Karikatüristlerle parti içi muhalifler ise en çok canını sıkanlar. Musa Kart'ın türban yumağına dolanmış kedi karikatürü, Penguen dergisinin "Tayyipler Alemi" kapağı hemen mahkemeye veriliyor. Ali Dibo iddiaları üzerinde durmak isteyen AKP'li milletvekilleri ihraç ediliyor.
Kısacası Başbakan eleştirilmeye tahammül edemiyor. Alışkın değil.
Günümüz siyasetçilerinin en büyük yardımcısı toplumumuzun hafızasının zayıflığı aslında. Yaptığınız hataların üzerinde durmazsanız, halk hemen unutuyor zaten. Ama Başbakan dayanamıyor hatalı politikalarını eleştirenlerin üstüne gidiyor. Böylece konu bir süre daha gündemde kalıyor ister istemez.
Mesela "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" diyerek devletin zaafları yüzünden gencecik hayatların son bulmasını normal göstermeye çalışırken, çok büyük bir tepkiyle karşılaştı. Şimdilik üzerinde durmuyor, unutulmasını bekliyor. Ama bu kolay unutulacak bir kendini dışa vuruş değil. Gencecik canlar söz konusu. Recep Tayyip Erdoğan Başbakanlığındaki bir Türkiye'de artık kimse canını vatanı için verdiğini düşünmüyor. Yöneticilerin vatanın onurunu bu kadar ayaklar altına alınmasına izin verdiği bir dönemde halkı, şehit annelerini buna inandırmak artık hiç kolay değil.
Kemal Abisiyle kol kola verip ülkenin en önemli zenginlikleri için yabancılarla gizli pazarlıklar yapan, daha düne kadar kola-turka satmaktan vazgeçemeyen, koskoca bir Dışişleri Bakanlığı'nı hiçe sayarak bir "fındık tüccarını" ülkenin dış ilişkilerinde söz sahibi yapan, tahammülsüz, öfkeli bir Başbakan var karşımızda. Ve bu Başbakan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından cemaatlere özgü bir itaat ve tevekkül bekliyor.
Hatırlatmakta yarar var.
Türkiye halkı 23 Nisan 1920'de kendi kaderini tayin edebilme gücüne 29 Ekim 1923'te ilan edilen Cumhuriyet'ten sonra, Saltanat ve Hilafetin de kaldırılmasıyla ise kul statüsünden, hakları ve sorumlulukları olan birer yurttaş statüsüne kavuştu.
Bu Cumhuriyet yurttaşlarının geleneklerinde Nasrettin Hoca'nın eleştirel vardır, zalim Osmanlı Paşalarına başkaldıran Celalilerin ve Bolu Beyine karşı çıkan Köroğlu'nun cesareti de.
Gerçek budur. Başbakan artık bir cemaat karşısında değil Cumhuriyet yurttaşları karşısında olduğunu ilk seçimde anlayacaktır.