Yürümek istiyorum!
Yazar: Duygu Özsuphandağ Yayman
“Ä°nsan yaÅŸadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer”
Edip Cansever
Acaba yaşadığımız yere benzediğimiz için mi bu kadar kafası karışık, gürültülü, kural tanımaz, başkasının hakkını ihlal etmekte bir sakınca görmez oluşumuz?
Kimi sürücüler, trafik ışıkları olmayan yaya geçitlerini, geçitten saymıyor. Hatırı sayılır bir yaya kitlesi, ışıkları ya da alt geçitleri önemsemeden yola atlıyor. Bu nedenle kent içi trafik kazaları artıyor. EÄŸri büğrü, yamuk yumuk yollar deÅŸildikçe ya da çöktükçe belediyeler yeni yamalar yapıyor; yollara hep yeni kamburlar ekleniyor. Kaldırımların her bölümü, önünde uzandığı dükkanın istediÄŸi ÅŸekli alıyor ve belediyeler buna ses çıkarmıyor. Bazı kaldırımlara çıkmak, ancak zenci bacağı gerektirirken, belediyelerden yine bir düzenleme gelmiyor. (Ä°nsanın sorası geliyor; malzemenin, işçinin ve de mühendisin kalitelisini kullanmak, halka daha ucuza mal olmaz mı, diye…)
Hani geliÅŸmiÅŸ ülkelerde ÅŸehir merkezleri önce yayalarındır; araçların girip giremeyeceÄŸi yerler bellidir ya… Bizim ÅŸehrimiz baÅŸtan aÅŸağı, geçmiÅŸten geleceÄŸe, yukarıdan aÅŸağıya ve de soldan saÄŸa araçlar için tasarlanmış, kurgulanmış.
Caddeler, sokaklar bu kadar karmaÅŸa içindeyken ÅŸehirle olan iliÅŸkimiz sekteye uÄŸruyor. Ä°nsan kaldırımlarında rahatça yürüyemediÄŸi, caddelerinden güvenle geçemediÄŸi bir ÅŸehre nasıl “benim” desin? EÄŸer fiziksel koÅŸullar elveriyorsa- yürümenin kendisi baÅŸlı başına bir keyif iken Ä°zmir merkezinde yürümek, sadece gidilecek yere ulaÅŸmak için bir an önce bitirilmesi gereken aÅŸama oluyor.
Ama insanlık hali bu; yürümek istiyor! (Ya da bazı durumlarda, öyle gerekiyor. Vapur iskelesine, otobüs durağına ya da bir randevuya, yani yakın yerlere ulaÅŸmak için yürümek gerekiyor.) Söz misal, kışın yaÄŸmurlu ya da soÄŸuk günlerden sonra misafirliÄŸe gelen güneÅŸle kucaklaÅŸmak... Ya da yazın ayakta şıpıdık terlikler, elde dondurmalar, ağır aksak yürüyesi geliyor insanın. Hem de yaÅŸadığınız ya da çalıştığınız semtte, sokaklar, caddeler arasında, vitrinler civarında gezinerek… Ä°nsan, ayağını bastığı yeri zihnine kazımak, o ÅŸehirle bütünleÅŸmek, kendine ait yeni mekanlar bulmak istiyor. (Ki bir kente ancak, onu tanırsanız sahip çıkabilirsiniz.)
O zaman, ÅŸehrin yayalara ayrılmış, özel bölümlerine gideceksiniz. Kemeraltı ya da Karşıyaka çarşılarına ve artık her ilçede üçer-beÅŸer kurulan “sevgi yollarına”… Yolunuz arabalarla kesilmeden yürüyebileceÄŸiniz “vahalara” yani! Tabii orada sizin yürümenize ne kadar izin verilmiÅŸse o kadarına razı olarak… Kemeraltı, birbirine dolaÅŸarak çoÄŸalan sokakları ve koruma altında oluÅŸuyla, rahatça yürümenize olanak saÄŸlıyor.
Peki ya, ÅŸehrin ikinci büyük çarşısı, körfezin diÄŸer yakasında, tarih boyunca zarafetiyle ve güzelliÄŸiyle anılmış Karşıyaka… Åžayet karşı kıyıda yaşıyor, tren istasyonu ile vapur iskelesi arasındaki yolu her gün en az iki kez kat etmek zorunda kalıyorsanız ve dahi çarşıda sabah saatlerinde alışveriÅŸe çıkmışsanız, iÅŸiniz zor. Yayalar için düzenlenen KemalpaÅŸa Caddesi’ni, saat 10.00’a kadar, mal taşıyan her türlü kamyona ve diÄŸer ticari araçların üstünlüğüne terk etmek zorundasınız. Yolun iki yanına sıkışmış kalabalık arasında kendinize yol bulmaya çalışırken, gideceÄŸiniz yere geç kalma stresi biner sırtınıza. Bu arada gözünüz ne nazlı Karşıyaka'yı görür, ne de o kentle bütünleÅŸirsiniz. Bir çarşı niçin vardır ve bu kaos nasıl önlenmelidir, sorusunu yol boyunca sorarsınız kendinize. Kendi kendinizle uzun tartışmalara girer ve Kemeraltı'nı özlersiniz.
Zamanınız daralınca bu tartışmayı sürdürmek ve çözüm önermek için kendinize söz verirsiniz.