Başak, Barış ve hepimiz
Yazar: Macit SefiloÄŸlu
Köşemde; gazetecilik mesleÄŸini yüreÄŸi sızlayarak terk eden ama bir gün mutlaka döneceÄŸine inandığım genç meslektaşım BaÅŸak Kaban’ın “Sansürün Kaldırılışının Yıldönümü”nde kaleme aldığı yazıyı gündeme getirdim.
BaÅŸak’ın Ä°zmir basınında sansürsüz bir atmosfer için “Gerek manen, gerek madden kayıplar yaÅŸamasına raÄŸmen” adeta savaÅŸan meslektaÅŸlarımın mücadelesini inanılmaz güzellikte anlatmıştı. Bu mücadele insanlarından elbette kendimi de ayırmadığım için BaÅŸak’ın yazısını ilk kez okurken beni de geçmiÅŸime götürdü.
ÖrneÄŸin, Manisalı Çocuklar Davası’nı kaleme alırken yapılan ÅŸikayetler sonucu hakkımda açılan altı basın davasında mahkum oldum. Basın Kanunu’na muhalefet ettiÄŸimden dolayı aldığım cezalar paraya çevrildi. Yani o çocuklarla birlikte bizler de mahkeme koridorlarına bir gidip, bir geldik.
O gün inanılmaz mahkumiyetlerle hayatları kararma noktasına gelen o günün çocuklarının bazıları bugünlerde hepimizin gurur duyacağı biçimde eğitimlerini tamamladı.
Hepsini takip edemedim ama, izleyebildiÄŸim Manisalı çocuklardan yaÅŸam dengelerini zor da olsa yeniden kurabilenler için bir ÅŸeyler yapabilmenin hazzını bugün hala yaşıyorum… O çocuklarla Manisa’da röportaj yapmaya gittiÄŸimde polis tarafından sürekli izlenmiÅŸtik. O günleri unutmak mümkün deÄŸil.
Hatta Manisalı meslektaşlarımız bu atmosfer nedeniyle bu olayla ilgili pek haber yapmak istemiyorlardı. Belki de haklı olarak. Ama o gün bunları yazma cesaretini gösterenler belki de bugünkü yasaların yapılmasının yolunu açmayı kolaylaştırdı.
En çok tartışılan konu ÅŸimdi “Peki bugün o dönemdeki gazetecilik kriterleri geçerli mi” sorusu. Bu soruyu içtenlikle yanıtlamak zor. Hala kalemini kırmamaya çalışıp, bir yandan da basındaki ağır ekonomik koÅŸullara direnmeye çalışanlar var. Ancak, bu kiÅŸilerin giderek yerini, gazetesinin ilan-haber dengesini kollayacak kiÅŸilere bıraktığını söylemek mümkün.
BaÅŸak’ın tanımlamaları bu açıdan çok önemli. O günlerin özlemini duyuyor ama, bugün ayakta kalmaya çalışanlara da oldukça cesaret veriyor yazısında.
Peki bu yazıyı niye kaleme aldım?
YüreÄŸi gazetecilik ile attığı dönemlerde kaybettiÄŸimiz Barış Selçuk’un 5 AÄŸustos ölüm yıldönümü. Barış ile geçirdiÄŸimiz günleri hayal ederken, bir yandan BaÅŸak’ın yazısını düşündüm. Ä°ÅŸte, çalıştığı kurumlarda aklını ve yüreÄŸini gazetecilik mesleÄŸi için tam mesaj kullanan Barış’ı yitireli tam 12 yıl oldu.
Ankara’dan gelen acı haberlerle o gün hem çok ÅŸaşırmış hem de üzülmüştük. Süreç içinde birçok yürekli gazeteciyi genç yaÅŸta yitirdik. Her kayıpta gerçekten bu mesleÄŸi yapanların yürekleri yandı.
Çalışırken, ne evini, ne çocuğunu önceliğine almayan gazeteciler için yaşamın en güzel anı, yazdıklarına, yaptıklarına okuyucularının, izleyicilerin verdikleri değer ve tepkidir. Bugünlerde sizlerde Sevgili Başak gibi yürekten desteklemeyi düşündüğünüz kalemler varsa onlara cesaret verin.
Çünkü sizler onlara cesaret vermediÄŸiniz sürece yazmaktan, araÅŸtırmaktan ve de “Ben bu mesleÄŸi ne için, kimler için yapıyorum” bezginliÄŸine kapılabilirler.
Gazetecilerin yaşamlarını yitirmelerinin ardından onurlandırmaları elbette çok önemli. Topluma hizmet vermiş meslektaşlarımın yakınları (Ben de buna dahilim) elbette ki yitirilen gazetecilerin anısına yapılan eylemlerden büyük haz alıyor.
Ama bugünlerdeki önerim; patronuna doğru yazdığı için şikayet edilen, ekonomik açıdan horlanmanın ötesine itilen gazeteciler çaba gösterirken destek olmanızdır.
Destek olmazsanız ne olur? Bu sorunun yanıtını vermek aslında kolay. Gazeteci mesleğini bıraktığı andan itibaren belki de daha yüksek ekonomik koşullarla, daha az mesai harcayarak yaşama yollarını yaratıyor. Ama, kalemini bırakanların yerine yenisini koymak gerçekten zor oluyor.