Nasreddin - Hüsnü Arkan 2024-08-12 14:09:52
Yazar: Osman Akbaşak
Edebiyat eserlerinin çeşitli dallarından birçok kitap okuyoruz. Ben burada çoğunlukla roman arada bir de öykü kitapları üzerine düşündüklerimi, duyumsadıklarımı yazıyorum. Zaman içinde kendime de sorduğum soru şudur, roman veya öyküden daha çok beklediğim nedir? Öncelikle bilmenizi isterim okuduklarımın sayısı burada yazdıklarımdan daha fazla. Üzerine yazmadıklarım ya beni etkilemeyenler ya da önüne başka bir yapıt geçtiği için arkaya kalan ve bazen de bir türlü sıra bulamayanlar olabilir.
Son on gün içinde iki roman okudum. Birinin adını vermeyeceğim, popüler ve değerli bir yazarımızın çok satan romanı ve Hüsnü Arkan’ın "Nasreddin" romanı. İlk söz ettiğim romanı elbette sonuna kadar okudum ama beni çok etkilemedi. Ancak "Nasreddin"i bitirdiğimde bir süre kitabı elimden bırakamadım. Sayfaları yeniden karıştırdım, bazı yerlerini tekrar okudum, üzerine düşündüm. Sonunda bilgimin, görgümün arttığına inandım. En önemlisi yazarın romanını yazarken nasıl yoğun bir emek harcadığını fark ettim.
O zaman roman nasıl olmalı, okura ne vermeli sorusu aklıma takıldı. En basit deyimiyle okura bir şeyler katmalı, "İyi ki okumuşum, ne çok şey öğrendim" dedirtmeli.
Romanın içine tam olarak girmeden yazarımızdan söz edelim. Hüsnü Arkan’ı aslında çok kimse müzisyen olarak tanır, Ezginin Günlüğü grubunun eski solisti... İnternete girip araştırdığınızda çok sayıda eserini seslendirirken bulabilirsiniz. Çok sayıda ünlü müzik insanıyla birlikte de yapıtları var. Beri yandan yaklaşık yirmi yıldır roman yazıyor.
Parşömen Fanzin’de Onur Çalı şöyle demiş:
"Bana sorarsanız, ‘romanları olan bir müzisyen’ demektense, ‘şiir kitapları, besteleri de olan bir yazar’ derim Hüsnü Arkan için. Her iyi romancı gibi, dert ettiği şeyleri edebiyatına da yansıtan bir yazar Hüsnü Arkan. Yayımlanan sekiz romanına, şarkılarına, bestelerine, şiirlerine ve hayatına bir bütün olarak bakıldığında, açıkça görülebilir bu."
Tekrar dönelim "Nasreddin"e; öncelikle romanın muhteşem bir dili var. Okurken kendinizi 1200’lü yıllarda olduğunuza inanabilirsiniz. Elbette az bilinen hatta ilk kez duyacağınız sözcüklerle karşılaşacaksınız ancak bu dil öyle ustaca kullanılmış ki tümcenin gelişinden, gidişinden anlamı çıkarabiliyorsunuz. Çok daralırsanız kitabın sonunda küçük bir sözlük de var.
Hüsnü Arkan, Gamze Akdemir’le Cumhuriyet Ege için yaptığı söyleşide şöyle demiş:
"Bir dil özgünlüğü oluşturmaya çalıştım. Bu dilin o dönemin konuşma dili olduğunu elbette söyleyemem. Çünkü o döneme ilişkin yalnızca edebî ve resmî tarih metinlerine sahibiz. Bunlarla bir gerçeklik oluşturmak çok güç.
Daha çok yerel söyleyişlerden, iç-batı Anadolu ağızlarından yararlandım. Eski metinlerden, Âşık Paşa’dan, Yunus’tan yararlandım. Teknik olarak Sevan Nişanyan sözlüğünden çok yararlandım. Modern edebiyattan, Salah Birsel’den, Ahmet Rasim’den de yararlandım."
Adından anlaşılacağı üzere çoğumuzun "Nasreddin Hoca" diye bildiği kişinin romanı ama çok önemli bir ayrıntı var. Çocukluğumuzdan bu yana bildiğimiz eşeğe ters binen, göle maya çalan, kazan doğurtan ve daha birçok fıkrasından tanıdığımız hocamızdan farklı bir kişilik. Hace lakabıyla Nusrat Nasreddin bir medrese hocası, sözüne güvenilir bir kişilik, sevilen bir aile babası, zamanın yoksul göçmenlerine evinin kapısını açan bir bilge kişi. Bildiğimiz fıkralardaki hocaya benzer yanı muzipliği... Ama öyle olur olmaz yerde göstermiyor kendini, yeri geldiğinde ölçeğinde, ince ince. Biraz farkı var, argoya oldukça yatkın zaman zaman pek hoş küfürlü konuşuyor.
"Sinkaf benim ahretliğimdir. Öte tarafta soracaklar; bu denli hak düşmanlığına nice sinkaf etmediniz deyu... Elimiz kolunuz bağlıdır mı diyeceğiz? Ulen dilin de mi bağlıdır deyyus diye sormazlar mı adama?
Çok şükür dilimiz bağlı değil."
Karısını da pek seviyor, hiç açıkça belirtmiyor ama kendinle bir gün konuşurken şöyle diyor:
"Öteki âleme varınca inşallah beni bir huri karşılaya! Kalçası yastağaç gibi ola, sinesi ak pak ola, memeleri hilkatten mücehhez ve aklı bütün Akşar’ın almadığını ala! Öyle bir muazzez!
Ulen bu bizim Kalduk... Razıyım ki razıyım..."
Roman 1200’lü yıllarda geçiyor. Osmanlı henüz yok ama Anadolu sanki onları bekliyor. Büyük imparatorluklar yıkılmaya doğru gidiyor. İlhanlı Moğolları, yavaş yavaş çöken Anadolu Selçukluları, yeni yeni devletleşen Karamanlılar derken bugünün Akşehir’i "Akşar"da neler yaşanıyor neler...
Asıl şaşırtan şey roman inceden bir polisiye... Ama polisiyenin altında dönemin siyasi, ahlaki yapılanması da irdeleniyor. Ve yine ilginç olan o günün sorunları sanki bugün hâlâ sürüp gidiyor. Göçmenler, makamlarda yetersiz yöneticiler, dini kullananlar gibi...
Biraz romandan örnekler verirsek daha iyi anlaşılacaktır.
"Sen namaz bilir misin?" dedi Hace.
"Bilmem."
"Âlâ bilir gibi yapar mısın?"
"Yaparım."
"Âlâ... İmdi Akşar'a varıp Cuma’yı eda edelim; ardımda dur ki ben ne yaparsam onu yap. Dudaklarını da kırpıştır dur."
***
Müslüman olmayan bir roman kahramanını namazda gören Hace şöyle der:
"Sen namazda ne ararsın taze Müselman mısın?"
Adam boynunu büküp cingöz baktı.
"Siyasattir Nusret Nasrettin" dedi.
Hace silkine silkine güldü. Sonra da adamın kulağına eğilip iki kelime fısıldamadan edemedi.
"Biz Tatar'ın siyasette meramını biliriz, zulümdür zulüm" dedi.
Bölüm aralarında Hace okurla birebir konuşmak için defterinden küçük notlar paylaşıyor:
Gülmek ne hoştur. Gülmek âdemin kendinden kurtulup kendine sığınmasıdır. Bu böyle olur mu demeyin; gülmeyen âdem kendine yabandır, gülen âdem kendi ile tanış olur. Gülene oynaktır, laubalidir deyu taş atarlar. Asıl laubali asık suratlı olandır.
***
Tayr olsaydım bunları görünce şakımaz idim, gonca olsaydım açmaz idim. Veyl ki Âdemoğluyum. Her vaziyette şakımak, her vaziyete açmak emir buyrulmuştur. Allah sonumuzu hayır eylesin...
(Tayr: Kuş, Veyl: Vah, yazık)
Ve elbette Hace’ye yakışan ince sözler:
Zaman geçtikçe özleyeceğini düşündü. Unuttukça ve sonra da hatırladıkça daha da özleyeceğini...
Acep edebi lafta aramasak da gönülde mi arasak? Laf ola ki çiğ ola, gönül ola ki pişmiş.
Nasreddin’i okuyun... 1200’lerin Anadolu’sunu, o günlerin yaşam biçimini, siyasi, toplumsal yapısını yakından tanımış olacaksınız.
Romanın içindeki çizimler Cem Kızıltuğ’a ait... Ve çok yakışmış.
Değerli yazarım, ben okurken çok büyük keyif aldım, bilgilendim. Müzik yapıtlarını da aynı keyifle dinliyorum. Sesine, soluğuna, kalemine kuvvet...