Seçim-i cemiyet gazeteciye eziyet
Yazar: Agah Agamemnon
"Derin Gündemde kıldan tüyden muhabbet" başlıklı geçen haftaki yazım, bazı günlük gazetelerde haberleştirildi. CHP İzmir Milletvekili Bülent Baratalı'nın Hasan Ören'le iddialaşması ardından, Baratalı tarafından yapılan savunma "Benim bıyığım Kemalist bıyık" şeklindeydi. Yani Baratalı düzeyini korudu! Bu tür geyik muhabbetlerinde Ulu Önder'in malzeme edilmesi canımı sıkıyor. Baratalı'ya "Köse olur inşallah" demekten başka ne diyeyim, belki onun ‘siyaset düzeyini' bu cümlelerimle yakalarım!
***
Siyasetçinin bu düzeyde politika yaptığı Türkiye'de gazeteci de ‘ulu düzeylerde' politika yapıyor. İzmir'de Gazeteciler Cemiyeti diye bir cemiyet varmış. Bu cemiyet seçime gidecekmiş. Ancak seçimlerle ilgili tartışmalarda, gazetecilikle ilgili "etik değerler", "mesafeli ve tarafsız haber", "işsiz meslek erbabının sorunları nasıl çözülür", "AB diye manşetlerinden bağıran gazeteler, neden en önemli Avrupalılık ölçütü olan sendikalaşmayı es geçer" gibi başlıkları göremedim.
Ancak ilginç bir şey dikkatimi çekti, kim olursa olsun herkesin gazeteci olarak kabul edilebildiği bu basın-yayın ortamında; İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nin yapamadığını Türk Standartları Enstitüsü yapmış. TSE, gazete ve televizyon muhabirlerine standartlar getirmiş. Neymiş bunlar:
* Basın meslek ilkelerine uymayı temel prensip haline getirecek.
* Mesleğini reklamcılıkla, halkla ilişkilerle ve propagandacılıkla karıştırmayacak.
* Haberde dengeli olacak. Farklı görüşlere eşit miktarda yer verecek.
* Gerçeklere, doğrulara saygılı davranacak.
* Barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere çok sesliliğe ve farklılıklara saygı duyacak.
* Sanık, tanık veya mağdur olan 18 yaşından küçüklerin isimleri ve fotoğraflarını yayınlamayacak.
* Kamu yararı olmadıkça, cinsel saldırı ve mağdurların fotoğraf , görüntü veya kimliklerini yayınlamayacak.
Standartlar kapsamında, bir muhabirin asgari araç, gereç ve donanımı ise şöyle belirlenmiş: "Kamera, muhabir yeleği, objektif, ses kayıt cihazı, kalem pil, cep telefonu, kaset, bilgisayar, faks, mikrofon ve bağlantı kabloları, kırtasiye malzemeleri, fotoğraf makinesi, CD-DVD yazıcı, flaş, disk, disket ve görev kimlik kartı."
***
Şimdi İzmir'de mutlaka TSE standartlarına uyan muhabirler yok değildir. Ancak, hiçbir emek vermeden hazırlopçuluğa alışmış; aslında meslekle alakası olmayan "geçerken uğrayan, tesadüf eseri sözde gazeteci olan" tipler çoğunluktadır. Neden mi, çünkü balık baştan kokar da ondan. Aslında TSE, gazetelerin il, bölge temsilcileri, köşe yazarları, yayın grubu başkanları için de bir standart belirlese iyi olur. Çünkü gazetecilik mesleğinin geleceğine yön verecek kurumların kaderlerini genellikle muhabirler değil, tepedekiler tayin ediyor. Gazetecilikle ilgisi olmayan, haberin ‘h'sinden anlamayan isimleri başkan seçmeyi başarmış "basınımızın güzide temsilcileri"nin standartları için TSE'ye neler önerilebilir:
· Şirket, çıkar grubu, kar amaçlı kurum ve kuruluşlar ile hayır amaçlı ‘rota'sı belli derneklerin temsilcileriyle mesafeli olmak.
· Bu gibi kurum ve kuruluş temsilci/başkan/guvernör sıfatlı yetkilileriyle, (Dostumdur diyerek) Irak Savaşı'nın moda tabiriyle iliştirilmiş bir şekilde, şehrinin gündemini ilgilendirmeyen, halkın hayatında yer bulmayan; büyük otellerde masaj hizmetine dahi varan özel yurtiçi-yurtdışı turlara çıkmamak.
· Eğer köşe yazıyorsa; bir yüz yüze görüşme ardından, (kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez) misali övgü yazıları döşenmemek.
· Banknot ve çeklerle dolu zarflar elinde bir şekilde kapısını aşındıran bazı kişilere kibarca, "hayır" demek.
· Reklam ile haber mutfağının farklı yemekler pişirdiğini bilerek, reklamın gazeteye egemen olduğu bir düzen kurmamak.
· Gazetelerin reklam yöneticilerinin, yanlışlıkla reklam ajansları ve halkla ilişkiler şirketlerine gönderilen kredi kartı ekstrelerini görmezden gelmemek.
Bu hayaller gerçek olduktan sonra, adı tertemiz kalan İzmir gibi bir şehrin gazeteciler cemiyeti seçimlerinde; üyesini cep telefonuyla, market fişleriyle saflarına çekmek isteyen adaylar çıkmaz. O zaman Selo'yu da başkan yaparsınız, gazeteci olmayan bir başkasını da! "Ver fişi bitir işi" mantığından kurtulmadan, cemiyete hanımeli değse bile, özellikle yaşıtım gazetecilerin muhafazakarlıktan vazgeçmeyeceklerini düşünüyorum. Gazeteciler kulislerini de, kapalı kapılar ardında değil gözler önünde yapar. Çünkü o zaman sadece meslek konuşulur. Mesleki tartışmalarda "çağdaş" vurguların eksikliğini görüp üzülmemek elde değil. Cemiyet üyeleri, bence siz en iyisi İstanbul Ortaköy'deki "212 Hamamı"na gidip bir yıkanın, paklanın. Mesleği bu seçim değil, iyi bir arınma süreci paklar…
Hepinize iyi haftalar.