Çok Yaşa Güney Deniz Saha!
Yazar: Hasan Tahsin Kocabaş
Bu yıl Çanakkale zaferini daha büyük bir coşkuyla kutladık. Belediyeler, siyasal partiler, dernekler, okullar şehitlerimizi anarken, bazı "Bizans Medyası" organları ve taklitçileri, "magazin" yayınlamayı uygun gördü. Çanakkale'deki törende en güzel ve anlamlı konuşmayı Çanakkale Belediye Başkanı yaptı. Ancak benim için kutlanmayı en çok Güney Deniz Saha Komutanlığı hak ediyor bu yıl. Konak Belediye Başkanı Tunçağ sayesinde öğrendim bunu. Komutanlık hazırladığı VCD'lerle, başta ilköğretim öğrencileri olmak üzere tüm yurttaşlara Çanakkale mucizemizi anlatıyor. VCD'leri izledim, mükemmeldi. Ulusal bilinç işte böyle oluşturulur. Helal olsun Güney Deniz Saha Komutanlığı'na ve çalışmayı yurttaşlara götüren yerel yönetim anlayışına. Kim ne yaparsa yapsın, Allah ordumuza zeval vermesin millet! Cumhuriyet yolunda güzel birliktelikler yaşıyoruz, hem de her şeye rağmen.
*****
Kim Ne Düşünüyorsa, Söylüyorsa!
Ay sonundaki "İzmir Gazeteciler Cemiyeti" seçimleriyle ilgili olarak o kadar çok söz uçuşuyor ki havada... Bir yanda "bir daha" başkan olmak isteyen Erol Akıncılar diğer yanda ise "yenilik" adına Gönül Soyoğul. İki tarafın da projeleri var. Umarım İzmir Basını, o "medya" denen kokuşmuş düzenin yıkılmasında ilk adımı atar seçim sonrası. Dilerim demokrasinin, düşünce özgürlüğünün, mesleki dayanışma ve paylaşmanın yaşam biçimleri haline gelmesi için, "hep birlikte" çaba gösteririz.
İzmir Gazeteciler Cemiyeti üyesi değilim. 15 yılın üzerinde bir süredir mesleği yapmaya çalışıyorum. İzmir'de yöneticilik yapmadığım televizyon kalmadı. Yeni TV'de iken Hamdi Türkmen sayesinde "212'li", Haber Ekspres'te de Aydın Bilgin sayesinde "sarı basın kartı" sahibi oldum. Erol Akıncılar ile Hüseyin Aslan'ın "bürokratik" yoldaki desteklerini ve ilgilerini şükranla hatırlarım.
Şimdi düşünüyorum da, iyi ki üye olmamışım. Üye olsaydım "rahat" da durmaz başımı "bugünden" çok ağrıtırdım. Üye olmadığım halde bu kadar niye "hedef" haline geldim, anlamadım doğrusu. Taraflardan birinin "ekibince" adeta "kulis mezesi" haline getirilmem karşısında, bakalım ne kadar daha sabır göstereceğim. Oysa "henüz" konuşmaya bile başlamamıştım!
Oy da kullanmayacağım. Ancak bir gazeteci olarak "seçim sonrası" bana neyin "gösterileceğini de" merak ediyorum!
Evet, MHP Büyükşehir adayıydım ve kendine "sosyal demokrat" diyen bazılarına demokrasiyi öğretecek kadar "demokratım". En azından "hoşuma gitmeyen sözler söyledi diye" herhangi bir meslektaşımı çalıştığı yerden attırmaya uğraşmadım. Düşüncesini beğenmiyorum diye kimsenin elinden "basın kartının alınması gerektiğini" söylemedim. Benim gibi düşünmüyor diye kimseyi "köşesinden" ya da "ekranından" etmeye çalışmadım. "Faşist" olmadım ve kendini "sosyalist" diye tanıtan arkadaşlarıma da düşmanlık beslemedim. Hele hele ilişkilerimde "çıkar amaçlı atraksiyonlar" yapmadım. Çünkü düşüncelerini beğenmesem de herkesin düşüncesini özgürce ifade etmesini savundum.
CHP'li, AKP'li, DYP'li, SP'li, MHP'li, DSP'li, İP'li, ANAVATAN'lı, ÖDP'li, SHP'li, HYP'li, sağdan veya soldan marjinal bile sayılabilecek dostlarım var. Hiç birinin düşünceleri yüzünden zarar görmesini düşünemem.
Ama duyuyorum ki cemiyet seçimleri heyecanıyla "bazıları" ekmeğime de göz dikecek kadar şaşırmış. Taraflara bir kez daha başarılar dilerken kim benim için ne düşünüyorsa Allah'ın ona "beş katını" vermesini diliyorum. Cemiyet seçimleri ile ilgili bir yazı daha yazdım ama onu seçimden bir iki gün önce okuyacaksınız. TV yayınıma da tarafları konuk etmekten vazgeçtim. Oy kullanacaklara "kimsenin emriyle" hareket etmemelerini, kendi vicdanlarından başka sese kulak vermemelerini diliyorum.
Amma da önemliymiş bu seçim? Ne var ki acaba o "cemiyet başkanlığında" bu kadar?
ÇANAKKELE HATIRASINDAN NE İSTEDİNİZ?
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Çanakkale Zaferi anısına Kordon'da muhteşem bir fotoğraf ve bilgilendirme sergisi açtı önceki günlerde. Ama gelin görün ki, Pazar günü sözde nevruz kutlamaları sırasında yaşanan iğrenç anlarda, her biri Çanakkale coşkusunun yansıması olan tam 32 fotoğraf tahrip edildi, yerlerinden çıkarıldı, parçalandı.
Hem de göz göre göre.
O fotoğraflarda, emperyalizme karşı omuz omuza mücadele verenlerin izleri vardı oysa. O fotoğraflarda İzmirlisi, Mardinlisi, Urfalısı, Diyarbakırlısı, Edirnelisi, Karslısı ve kocaman bir Anadolu haykırışı vardı kendini "süper" gören rezil arsızlara karşı.
Gelin görün ki, 18 Mart günü "hep birlikte" andığımız o zaferimizin bir gün sonrası; içlerinde belki de şehitlerimizin de torunlarının olduğu bir topluluk, dedelerinin resimlerini parçaladı.
Üstelik bu iğrenç saldırı, Fransız, Yunan ve Alman konsolosluklarının bulunduğu yerde yapıldı. Yazıklar olsun!
19 Mart 2006 Pazar günü Kordon'da yaşananları çok iyi tahlil etmek gerekiyor. Tahriklerin, kışkırtmaların, hesapsız eylemlerin "kimlerin" ekmeğine yağ sürdüğünü iyi bilmemiz gerekiyor. Ancak sessiz de kalamayız. YENİGÜN Gazetesi'nin önceki gün birinci sayfasında yayımladığı resim ibret ve dehşet doluydu. Cumhuriyet Polisi'nin, yürek burkan görüntüsü vardı sayfada. Ulusal birlik düşmanlarının haykırışlarına karşı, yere çöken polis değil de, Türkiye Cumhuriyeti'ydi sanki ne yazık ki!
AB sevdasıyla, sorgulamadan elleri bağlanmış polisime artık kulak verilmesi gerekiyor. Hiç olmazsa "polis emeklileri derneği" sessizliğini bozmalı.
AKP Hükümeti'nin ne yapmak istediğini anlamak çok hem de çok zor artık. Özellikle İçişleri Bakanı Aksu'ya sormalı Alman, Fransız, İngiliz polisi, aynı durumda kalsaydı ne yapardı diye! Demokrasinin böylesine "faşizm" aracı olabileceği hiç aklıma gelmezdi. Kim ne istiyor anlaşılmış değil ama Vasıf Çınar'daki Çanakkale hatırasının yerle bir edilmesi sindirilebilecek, kabullenilecek bir eylem değil. Kim neyle uğraşıyor bilmiyorum ama 19 Mart olayları EXPO'dan, Eskenazi ve arkadaşlarının derdinden, İncir'den, Metro'dan, Çevre Yolu'ndan çok daha önemli.
Çanakkale hatırasına zarar verebilecek kadar şuursuzlaşanların ellerini kıracak kendini kaybedenlere "dur bakalım" diyecek Cumhuriyet Savcıları muhakkak vardır. Çanakkale "romantik" bir süreç değil, bir milletin "beni esir edemezsin" haykırışıdır!
İŞTE BUNUN ADI DEMOKRASİ!
Sevgili meslektaşım Deniz Sipahi'nin düşüncelerini pek paylaşmam ama Milliyet Ege'deki tüm yazılarını okurum. Türkçesine, konu hakimiyetini de çok beğenirim. Ama diyorum ya düşüncelerinin çoğunu paylaşmam. O dünyaya "başka" bir pencereden bakıyor, ben "başka" pencereden. Ancak arkadaşımın düşüncelerini özgürce yazmasını engelleyecek bir davranışta, ölümüne yanında olacağımı şimdiden garanti ederim, çünkü demokrasi benim "yaşam biçimim"! MHP'nin başlattığı "ocağın sönmeden ampulü söndür" eylemine CHP'nin, DYP'nin, DSP'nin, SP'nin "sıcak" bakması, basında "sıcak görüntülerin" yayınlamasına yol açtı. Görüşleri farklı da olsa, değişik siyasal partilerin, "Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk Devrimi" gerçeğinde birleşmeleri, ülke çıkarlarını kısır siyasal çıkarların önünde tutmalarının adı, aslanlar gibi demokrasidir. Bunun İzmir'de yapılması ise, "İzmir'in kimliği yok" diyenlere de somut bir derstir.Onun için özellikle MHP'nin ve il başkanı Dervişoğlu'nun sözlerinin ciddi analiz edilmesi gerekir.
Cumartesi günü Deniz Sipahi'nin, köşesinde yayımladığı satırlarına ben de "imzamı" atıyorum: "Türkiye çözümü demokraside aramalı. Demokrasiyi iyi çalıştırmalı; hoşgörüyü ve fikir özgürlüğünü sonuna kadar savunmalıyız. Maalesef geçmişte hiç de iyi örneklerimiz yok. Politikacılarımız çoğu zaman kötü sınavlar vermiştir. Ben Musavvat Dervişoğlu'nu bu sözlerinden dolayı kutluyorum. Birincisi herkesin beklentisinin aksine tabanına sahip çıkan ve çözümü sokakta değil demokratik ortamlarda aradığı için... İkincisi de Atatürk'ün manevi liderliğini unutmadığı için..."
NE DERSİNİZ?
Bugünlerde İzmir'de yine "kimlik" arayışları başladı. Her şeye rağmen "iyi niyetli" olduğuna inandığım bu arayışların yarar getireceğine ASLA inanmıyorum. Çünkü İzmir'e "kimliksiz" demek, kendini inkardır İzmir'de yaşıyorsanız. Sapla saman bence "bilerek" karıştırıyor da nedeni ne henüz emin olmadığım için yazmıyorum. Kimlik tartışmalarına inat Cumhuriyet kenti İzmir'de, örneğin Pazar günü Kordon'da tahrip edilen Çanakkale hatıraları önünde birlikte olsak mı acaba? Ne dersiniz? Düşüncelerinizi bekliyorum. İzmir'in "başıboş" ve "kimliksiz" bir şehir olmadığını dosta düşmana, uygarca ve sevimlice göstersek kötü mü olur?