Öğretmenim Canım Benim
Yazar: Elbin Ertunç Dinç
İlkokul 3. sınıftaydım. İnce bıyıklarıyla düşündüğümde hala çok komik bulduğum okul müdürümüz, ilk ders zili çaldığında sınıfa girdi. "Öğretmeniniz, sağlık sorunları nedeniyle okulumuzdan ayrılmak zorunda kaldı. Yarından itibaren dersinize başka bir öğretmen girecek" dedi. Tam bu cümlelerle değildi belki ama, anlatmak istediği şey; bundan böyle kocaman göbekli, sevimli, güler yüzlü ve tok sesli Mustafa öğretmenimizi bir daha göremeyeceğimizdi.
Mustafa öğretmenim, bütün öğrencilerini çok severdi elbette; ama nedense her zaman en çok beni sevdiğine inanırdım. Küçük boyumun da katkısıyla ilk sırada oturur, bize anlattıklarını gözlerinin içine bakarak dinler, söylediği cümleleri ilk yazan öğrenci olarak masasına gidip yazdıklarımı ona göstermek için can atardım.
Yokluğuna alışmak zor olacaktı. 3. sınıfın ikinci yarısından itibaren sınıfımızın sahnesinde başka bir oyuncu vardı. Adı Nazmi Köksal. O günü anımsadığımda Türk filmlerini hatırlatan bir sahne geliyor gözümün önüne. Sınıfımızın kapısı açıldı ve içeriye elinde bir gül olan zayıf bir adam girdi. İçeri giren kişinin yeni öğretmeniz olduğunu anlamak uzun sürmedi. Kendini tanıtırken belirli aralıklarla elindeki gülü burnuna yaklaştırıyor ve derince bir nefes alıyordu. Oldukça gençti. Mustafa öğretmenin babacan tavrından sonra Nazmi öğretmene alışmak zor olacaktı. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı korkusu sardı içimi. Üstelik o kadar da sıska görünüyordu ki sarılacak yumuşak kocaman bir göbeği bile yoktu. Başlangıçta böyle düşündüğüm Nazmi öğretmenimi görmek için orta 1. sınıfın öğle tatillerinde soluğu okuduğum ortaokula yakın olan eski okulumda ve öğretmenimin yanında alırdım. Mustafa öğretmenimi rahmetle anıyor, Nazmi öğretmenim gibi üzerimde emeği bulunan öğretmenlerimin de saygıyla ellerinden öpüyorum.
Öğretmenler, hayat sahnemizde önemli rolleri olan ve oyunculuk başarılarıyla hayat hikayemize yön veren çok önemli insanlar. Kim öğretmenlerini özellikle de ilkokul öğretmenini sevgiyle ve minnetle anmaz ki? Öğretmenlik, kutsal bir meslek olmasının yanı sıra öğretmenler açısından baktığımızda da mesleki tatmini ve geri bildirimi en yüksek dallardan biri.
Bildiğini öğrencilerin anlayacağı şekilde anlatabilmek, o bilgiden yenilerini üretebilmek ve genç beyinleri şekillendirmek çok zor bir iş. Büyük bir sorumluluk. Sürekli gelişmeyi, okumayı, incelemeyi, üretmeyi gerektiriyor. Bu sorumluluğu omuzlarında hisseden öğretmenlerimizin sayısı konusunda yapılan araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlar hiç de iç açıcı değil. Araştırmalar öğretmenlerimizin büyük bir çoğunluğunun kitap okumadığını, bir yayın takip etmediğini ve öğretmenlik mesleğinin yanı sıra ek işler yaptığını ortaya koyuyor.
Öğretmenlik, "Hiç bir şey olamasam, öğretmen olurum." denilecek ve üç aylık kurslarla insanlara öğretmen sıfatı verilecek kadar basit bir meslek olmadığı gibi eğitim fakültelerinden en yüksek notlarla mezun olanların bile öğrencilerle dolu sınıfın büyülü ortamına girip akamadıkları sürece "ben öğretmenim" diyemeyeceği şaşırtıcı bir meslek. Öyle olsaydı hepsi fakülte mezunu öğretmenlerin eğittiği milyonlarca öğrencilerden oluşan toplumun gittiği yön şu andan çok daha iyi olurdu.
Öte yandan öğretmenlik mesleğinin şerefi yeter diyerek, öğretmen ücretlerindeki düşüklüğün konuşulmasını neredeyse ayıp sayıldığı, hak ettiği ücreti talep ettiği için sokak ortasında dövülen öğretmenlerimizden oluşan bir eğitim tablosu var. Öğretmenlerimizin gelecek için endişelenmediği, özel dersten özel derse koşmadığı, tüm enerjisini öğrencileri için harcayacağı bir düzenlemenin acilen yapılması gerekiyor.
Kendini öğretmen olarak tanımlayanların, kendilerine methiyeler düzdükleri, öğretmenliğin nasıl kutsal bir meslek olduklarını bağıra bağıra anlattıkları, 24 Kasım'ları biraz daha anlamlı kutlamanın ve mesleğin geldiği boyutu sorgulamak için 24 Kasım'ı bir fırsat olarak değerlendirmenin zamanı geldi galiba.
Ruhu öğretmen olan ve bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye'nin unutulmuş köşelerinde işini hakkıyla yapmaya çalışan tüm öğretmenlerimizin günü kutlu olsun.