Pazarlayarak dilenenler...
Yazar: Elbin Ertunç Dinç
Bayram ziyaretlerinin birinde apartmanın giriş kapısına yapıştırılmış A4 kağıt üzerindeki yazı dikkatimi çekti. Kağıtta "Pazarlamacıların ve dilencilerin girmesi yasaktır." ibaresi yer alıyordu. Bir an apartman sakinlerini teker teker tebrik etmek geçti içimden. Apartmanda oturanların tanımadıkları kişileri yaşam alanlarına almak istemediklerini belirttikleri bu yazıyı ben daha farklı yorumlama ihtiyacı hissettim. Kimler için yazıldığını bilmeme rağmen yine de çok hoşuma gitti doğrusu.
"Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim." diyen ve AB kapısında tıpkı bir dilenci gibi el açıp bekleyenlerin yönettiği bir ülkede yaşıyorsanız pazarlamacı ve dilenci sözcüklerini gördüğünüz yerde zihniniz sizi başka diyarlara uçuruveriyor işte.
Bu noktada ülkesini pazarlamakla yükümlü olanların pazarlamadan ne anladıklarını da sorgulamak gerekiyor. Acaba pazarlama derken halk arasında da yaygın olarak anlaşıldığı şekliyle sadece satış yapmayı mı kastediyorlar? Yoksa ciddi pazarlama yaklaşımlarında olduğu gibi sistemi, müşterilerin istek ve gereksinmelerini önceden belirleyerek bu istekleri tatmin etmek üzerine mi kuruyorlar?
Bu ayrımı iyi yapmak gerekiyor; çünkü, satış yapmak pazarlamanın sadece bir parçasıdır. Ancak pazarlama, satış yapmaktan daha fazlasını gerektirir. İşletmelerdeki pazarlama bölümlerinin görevi, müşterinin ihtiyaçlarındaki değişimleri de yakalayarak bu doğrultuda ürünler ve hizmetler oluşturmaktır.
Bize üniversitede öğrettikleri pazarlama tanımının bu kadar hüzünlü bir yanı olabileceğini hiç tahmin etmemiştim. Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere büyüklerimiz, pazarlama işini sadece satış olarak algılamıyor.
Bu ülkenin olmazsa olmazlarını yoktan var ettiği simge kurumlarını, denizlerini, boğazlarını, topraklarını kar elde etmek gibi bir amaç gütmeden, komik bedellerle müşterilerin isteklerini tatmin etmek üzere satıyorlar. Yapılan iş, pazarlama faaliyetlerinin dışına taşarak hainlik boyutuna ulaşıyor.
Emanete hıyanet yok
Yaşanmış bir efsanenin bugünlere ve yarınlara ışık tutan öyküsü olan söylevin, son bölümünde Türk Gençliği’ne seslenen Atatürk, şimdilerde içinde bulunduğumuz durumu özetliyor. "Zorla ve hile ile kutsal yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün tershanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesi açıkça işgal edilmiş olabilir, Bütün bu koşullardan daha acıklı ve daha vahim olmak üzere yurt içinde iktidara sahip olanlar aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde bulunabilirler. Dahası bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını istilacıların siyasal emelleriyle birleştirebilirler. Ulus yoksulluk içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evladı! İşte bu durumlar ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur."
Atatürk’ün geleceği okuyan bu satırlarını Türk insanının ve özellikle her Türk Gencinin içine sindirerek okuması ve emaneti korumak için uyanık olması gerekiyor. Tarihin hiçbir döneminde müşteri sıkıntısı çekmeyen bu topraklar, ona sahip çıkacakların, bu toprakları pazarlama heveslileri kadar korkusuz olacağı günleri bekliyor.
O günlerin çok uzakta olmadığını umuyor, Ata’mızı ve bu memleketin tam bağımsızlığı için onuruyla savaşan ve çalışan yol arkadaşlarını saygıyla ve minnetle anıyorum.