Yarış, yaşamın her alanında
Yazar: Serap Dikmen Ahmetoğlu
Ramazan ayı başlamadan, elektronik posta gelen kutuma bir ileti düştü. Takım kurup, Ramazan’da "hayır yarışı"nda kazanmak isteyip istemediğimi soruyordu.
Yarış, rakip, kazanma. Bu kavramları, "hayır işleri" ile yan yana getirmekte zorlandım doğrusu.
Ne hale geldik, dedim içimden. Yarış atlığına bu kadar mı alıştık? Yoksa yaşam amacımız artık yarışma üzerine mi kurulu sadece?
Hayatta kalabilmek, büyümek, "adam olmak" için gereken sadece bu mu; kendimize rakip bulmak, bulduğumuz rakiple yarışmak, onu yenmek için elinden geleni ardına koymamak.
Birileri de bunu keşfetmiş, kendi varlığını sürdürebilmek için bizi sürekli bir yarışın içine çekiyor. İşyerimizdeki arkadaşımız, ailedeki kardeşimiz, apartmandaki komşumuz, trafikteki diğer arabalar. Hep birilerinden bir adım daha ötede olmanın mücadelesini veriyoruz toplumca.
Sevmek yerine, birilerini yenmeyi, alt etmeyi marifet biliyoruz artık.
Evet, bu posta bana geldiğinde bunları düşündüm bir çırpıda ve acı acı güldüm. Hayır işlemek, yarışmak ve kazanmak.
Yüzyılın iyilik hareketi
Bu postanın sahipleri kendilerini "yüzyılın iyilik hareketi" olarak tanımlıyorlar.
Aslına bakarsanız, ben de yaptıkları çalışmaları takdirle izliyorum.
Sizin de adını sıkça duyduğunuz Deniz Feneri Derneği’nden bahsediyorum.
Bu oluşum, Şehir ve Ramazan adlı bir televizyon programının daha sonra Deniz Feneri adıyla yayınlanmasının ardından dernekleşmiş.
Şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Ben ne bu programın yayınlandığı televizyonun ne de dernek yöneticilerinin, program sunucusunun dünya görüşünü paylaşırım. Üstelik tam aksi bir görüşüm vardır, bu program yoluyla dünya görüşlerine taraftar kazandıracak olmaları ihtimali de oldukça rahatsız edici bir noktadır.
Ancak bu, söz konusu ekibin yoksullar için yaptığı özverili çalışmaları görmezden gelmem anlamına gelmiyor. Çok değil, toplasanız belki beş kere seyrettim bu programı. Ancak gördüklerim bana çok şey anlattı.
Yaptıklarının "yoksula yardım konusundaki" samimiyetine de çevremde gördüğüm bir örnekten dolayı daha çok inandım.
Bir aile tanıyorum. Ben kendilerini "gizli dilenci" olarak tanımlıyorum. Bir grup insanın yardımlaşma duygularını sömürerek onlardan düzenli yardım sağladıklarını görüyorum. Her zaman bu kişilerle ilgili eksik, yapay bir şeyler hissettim. Neyse bu kişiler için Deniz Feneri Derneği İzmir Şubesi’ne bu "sömürülen" kişilerce ama o ailenin isteğiyle bir başvuru yapıldı. "Şöyle yardıma muhtaçlar, böyle yardıma muhtaçlar, bir el atıverin" denildi. Araya da hatırlı kişiler sokuldu. Sonuç ne biliyor musun? Aradaki hatırlı kişilere rağmen, dernek tarafından bu aileye bir dönüş yapılmadı. Üstelik hem söz konusu aile, hem de aradaki hatırlı kişiler, derneğin dünya görüşünü paylaşıyordu.
O zaman anladım ki, Deniz Feneri Derneği, kendine gelen talepleri çok iyi araştırıyor, yardım edeceği kişileri gerçekten muhtaç insanlardan seçiyor. Yardımlar doğru kişilere ulaşıyor.
Hani şu BİZİM ulaşamadığımız insanlara.
O insanlar, sonra ne oluyor bilmem? Bu programın yayınlandığı kanalın dünya görüşünün birer neferi mi oluyor, yoksa kendi yollarına devam mı ediyor?
Bilinmez ama, bu sorunun cevabı ne olursa olsun, bu noktadan sonra önemli değil.Bir muhtacın yüzü gülüyor ya, bu bana yeter.